Muhtemelen hikâyeyi bilmeyen çok azdır. Rivayet olunur ki,
Hz. Ali’nin şehri Kûfe’den bir Arap, devesiyle Şam’a gelmiş. Şam’da dolaşırken biri yanına yaklaşıp deveyi sahiplenmiş:
-“Ver o dişi deveyi bana!” diye isteyince deve sahibi Arap;
– “Bu deve benimdir, üstelik erkektir” diye kendini savunmaya çalışsa da anlaşamamışlar. Adam sürekli aynı şeyi tekrarlayıp duruyormuş;
– ‘Ver o dişi deveyi bana’
– ‘Yahu arkadaş işin gücün yok mu senin. Bu deve benim ve gördüğün gibi bu deve dişi değil erkek’
Kûfeli Arap ne yaptıysa Şamlı Arap’a anlatamamış derdini ve anlaşmazlığı Muaviye’nin hakemliğine götürürler. Muaviye, tarafları dinler ve kararını açıklar:
“Bu dişi deve Şamlınındır!” demiş ve sonra halka dönerek:
“Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?” diye sormuş. Halk hep birlikte bağırmışlar:
“Şamlınındır!” demişler. Muaviye deve sahibi adama dönerek:
“Ey Kûfeli, dinle! Biliyorum, bu deve senindir ve erkektir. Dönünce Ali’ye de ki: Muaviye’nin, dişi deveyi erkekten ayıramayan, o ne derse evet diyen 10 bin adamı var! Ayağını denk al! de.”
Hikaye böyle. Bu hikâyeyi web üzerinden copy-paste yapmak için google girdim. Gördüm ki, sözüm ona bazı İslami siteler halen “Hz. Muaviye’ye” toz kondurmuyorlar. Hikâyeyi çok farklı şekilde tevil ediyorlar. Sosyal medyada bu mevzu ile ilgili bir paylaşım yapınca birileri hemen itiraz etti; “Bu rivayet yanlış. Peygamberin haşa ve kella koskocaman ashabı ve aynı zamanda Resulullah’in kayınbiraderi ve vahiy kâtibi olan Hz. Muaviye hakkında bu yakıştırma doğru değil.”
Ben de kendilerine cevaben şunu yazdım: Muaviye’nin, askerlerinin mızraklarının ucuna Mushaf sayfaları taktırdığı doğru mu? Herhalde inkarı kabil değil. Bunun doğru olduğunu kabul ediyon da diğerine niye uydurma/çarpıtma diyorsun? Onu yapanın böyle bir şey yapmayacağını iddia etmenin mantıklı bir izahı var mı?
Tabii ki mesele o kadar basit değil. Basit olmayan nedir peki?
Bugüne kadar kendilerine göçertilen ezberleri bozuluyor. Elbette zor bir şey. Yıllarca öyle bildiğin birileri için diğeri çok farklı bir hikâye anlatıyor.
Neymiş efendim? Sahabe…
Beraber okumalar yaptığımız bir arkadaş öyle derdi; “Sahabe denilince iki farklı kimlik sözkonusu. Birisi gerçekten Peygamberin has dairesi içerisinde bulunan mahdut sayıda arkadaşı; diğerleri ise, Peygamberin hayatında onu gören ve ona tabi olanlardır; ki, bunlar birincilerle aynı kategoride sayılmazlar. Muaviye’de böyle bir kimlik. Kim ne derse desin Hz. Peygamber dışında, Onun arkadaşı da olsa masum değildir; hatasız değildir. Hz. Peygamberin Kendi Şahsı ile ilgili uyardığı gibi, kişilerin olduklarından daha farklı meziyetlerle vasıflandırılmaları, yüceltilmeleri doğru değildir. Aksi düşünce ve tatbikat, İslam’ın ruhuna ve Hz. Peygamberin hatırasına muhalefettir.
Esas olan budur ama insanoğlunun ezberlerinin bozulması; bugüne kadar doğru bildiklerinin aksinin ispatlanmış olması kolay hazmedilecek bir durum değildir. Yıllar önce yine bir konferans sunumunda konuşmacı, “Vatan sevgisi imandandır” diye bir hadis yok; tamamen uydurmadır” deyince, İki orta yaşlı kadının şiddetli muhalefetine maruz kaldı; “Ne demek yok öyle bir hadis? Olamaz; mutlaka vardır.” Hernekadar arkadaş, “Vallahi bütün hadis külliyatına baktım; rivayet edilen böyle bir hadis yok” diye açıklama getirse de, bir türlü ikna edemedi.
Niçin?
Çünkü yıllardır ezberi öyle oluşmuş; Camiilerin duvarlarında öyle yazılmış. Şimdi bir adam çıkıyor; “öyle bir hadis yok” diyor. Ezberlerini bozuyor; milliyetçilik damarlarına basıyor. Biraz komik olacak ama neredeyse arkadaşa şunu teklif edecekler; “Hocam dediğiniz doğru olsa da lütfen bunu gizleyin; bugüne kadar öyle bildik; bundan sonra da öyle bilmeye devam edelim.” diyecekler.
Evet, meseleyi böyle basitleştirerek dramatize ettiğime bakmayın! Meselenin kadim kökleri var.
Diyorum ya; Hz. Peygamber bu tehlikeyi görmüş ve arkadaşlarını uyarmış; “İsevilerin Hz. İsa’ya yaptıklarını siz bana yapmayın.”
Hz. İsa’nın tabiileri ona ne yapmışlardı?
Onu Peygamberliğinin ötesine taşıyıp uçurmuşlardı.
Önce onu Allah’a nispet etmişler; Haşâ Allah’ın oğlu demişler ve sonra onunla da kalmamışlar O’nu Allah’a ortak etmişlerdi.
Niye bu mevzu Kur’an’ın farklı ayetleriyle tekrarlanır? Niye Hz. Peygamber uyarmaya ihtiyacı duyar?
Çünkü insanoğlunun kadim problemidir; kişileri yüceltip, ona karşı duyulan sevgide aşırıya gidip; sonuçta onu mabutlaştırmaktır…
Hz. Peygamber, sağlığında buna müsaade etmemiş ama irtihalinden sonra ne yazık ki, bütün uyarı ve ikazlara rağmen Müslümanlar da aynı tuzağa düşmüşlerdir.
Neden bu mevzuya girdim?
Dedim ya; kadim bir problem. Bugün aynı halet-i ruhiyenin farklı tezahürlerini gözlemliyoruz. Bir fani oturup bir hususta karar veriyor; kararında isabet etmiyor. Siz de hakkın hatırını gözeterek kararının isabetsiz olduğunu ikaz ediyorsunuz. Ne yazık ki, neredeyse ona ismet sıfatına yakıştıran azgın bir güruh var ki, sizi tedip ediyor; “Ne diyorsunuz? Hain mısınız? Din, devlet düşmanımızınız?”
Elbette sözel olarak onun yanılmazlığını iddia etmiyorlar. Ancak yaptığı, ifade ettiği her hususu savunmak mecburiyetinde kalıyorlar. Aksini iddia edenin kanaatini hiç düşünmeden reddediyorlar. Kişi de Muaviye misali her hata ve yanlışını savunan bir kitle gördüğünde daha çok hatada ve yanlışta ısrarcı oluyor. Ve bir süre sonra hakikaten mabutlaşma emareleri görülmeye başlıyor. İşte bu aşaması felakettir. Sadece sözkonusu kişi açısından değil; onu uçuranlar için de…
Allah, böyle bir musibete uğramaktan bizleri muhafaza buyursun…