İslamilik Endeksi ve Düşündürdükleri

by Fahrettin Dağlı

Bugün insanın hayrına, iyiliğine, mutluluğuna dair üretilen tüm bilgilerin kaynağı ilahi ve semavidir. Bu iddiamı ispatlamam mümkün olmayabilir ama dilimin döndüğü kadar izah etmeye çalışayım:

İnsanlık maceramız Adem Peygamberle başlamıştır. Allah Kur’an’da, “Adem’e eşyanın bilgisini öğrettik” diye ifade buyurduktan sonra buna mebni olarak meleklerin ve cinlerin kendi emrine itaat ve Hz. Adem’e saygı ifadesi olmak üzere ona secde etmesini emrediyor. Şeytanın dışında bütün melekler bu emre itaat ediyor. Sahip olunan bilginin atamız Adem Peygambere ve ondan türeyen biz insanlara diğer mahlukata nisbetle bir üstünlük sağladığını görüyoruz. Yeryüzünün yönetimi (hilafeti) insana tevdi edildiğinden insanın bu donanımla alemi teşrif etmesi gerekiyordu. Öyle de oldu.

Muhtelif kaynaklarda 200 binin üzerinde Peygamberin gönderildiği rivayet edilmektedir. Bu Peygamberlerden bazıları kendisinden önce gelenin getirdiği hukuk / ahlak düzenini güncellemiş ve insanlığın eriştiği çağın ihtiyaçlarını karşılayacak yeni donanımlarla ümmetlerini yeniden istikametlendirmeye çalışmış, bazıları da mevcut ilahi yasaları yeniden tebliğ etmişlerdir.

Hz. Peygamberle birlikte din tamamlanmıştır. O, hem kendi döneminde ve hem de kıyamete kadar insanoğlunun karşılaşabileceği problemlerin çözümünde dikkate alınacak prensipleri vaz etmiş bulunmaktadır.

Allah’ın sözü, vaadi gerçekleşmiştir. Hz. Muhammed’ten (sav) sonra yeryüzüne yeni bir peygamber gelmediği gibi o iddiada bulunanlar da yerle yeksan olmuşlardır. Geride sadece yalan düzenlerinin hikayeleri kalmıştır.

Peki, bundan sonra Peygamber gelmeyeceğine göre bugünün insanı karşılaştığı problemleri kime arz edecek? Öyle ya, dünya baş döndürücü bir değişimi yaşıyor. İnsanoğlunun sorunları ve ihtiyaçları da artıyor.

İşte burada yüksek bir donanımla yaratılmış olan akıl sayesinde o güne kadar gelen Peygamberlerin çizdiği sınırlar içerisinde düşünce ve fikir üreten yüzbinlerce ilim adamı, alim, filozof, ilahi yasalardan aldıkları ilhamla çağın insanlarının karşılaştığı problemlere çözümler sunmuşlardır.

Dünyanın doğu ve batı yakasında yetişen alimler, filozoflar alemin iki yakasını aydınlatmış, insanlığın problemlerini çözmeye çalışmışlardır. Akıllarıyla ilahi yasaların kodlarını çözüp çağın meselelerine izahlar ve çözümler getirmişlerdir.

Doğuda doğan güneş İspanya’ya uzanarak batı aklını aydınlatmıştır. Avrupa’daki filozofların doğuyla temasından sonra oradan aldıkları ilhamı kendi iklimlerine aşılayarak kilise doğmatizminin kısırlaştırdığı, çoraklaştırdığı beşeri yapıyı yeniden inkişaf ettirmişlerdir. İnsanlık yeniden aklın ve tecrübenin rehberliğinde yol almaya başlamıştır. Bugünkü batı medeniyeti bu suretle inşa edilmiştir. Hiçbir bilgi, felsefe temelsiz değildir. Hepsi, geçmişin bakiyeleri üzerinden tevarüs eden bilgi kodlarının, kırıntılarının yeni üretim teknikleriyle yeni disiplinlere dönüşmesi ile vücut bulmuştur.

Çağımızda akıl ve tecrübe önemli işlevler gören iki temel yararlanma kaynağıdır. Başta ifade ettiğim gibi din tamamlanmıştır ve kıyamete kadar gelecek olan insanın problemlerini çözmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için temel ilkeleri belirlemiştir. Kur’an’da ve Hz. Peygamberin risaletinde buna dair kodlar vazedilmiş ve bu sayede bugünün gelişmiş akıl ve teknikleriyle birlikte ihtiyaçlara cevaplar üreten yeni yapılar inşa edilmiştir.

Bu iddiamın ispatı ise Batıda yapılan “İslamilik endeksi” çalışmalarıdır. Bu endeksleme çalışmaları sonucunda yapılan sıralamada ön sıralarda demokrasiyle idare edilen ülkeler yer almaktadır. Bu da şunu gösteriyor ki, İslam’ın kainata ve hayata dair emir, öneri, helal ve haramları gözetildiğinde 1450 yıl önce miras bırakılan medeniyetin kodları bugün aklın ve tecrübenin süzgecinden geçirilerek yeni yasa ve sistemlerle insanlığın mutluluğuna, saadetine hizmet edecek dinamikleri oluşturmaktadır.

Sözkonusu “İslamilik endeksi” çalışması, 2010 yılında George Washington Üniversitesi’nden iki müslüman akademisyenin yayınladığı “İslam ülkeleri ne kadar İslami?” makalesinde İslam İşbirliği Teşkilatına üye olan ülkelerin İslam’ın öğretilerini günlük hayata yansıtıp yansıtmadığı sorusuna verdikleri cevapların değerlendirilmesiyle başlamıştı.

Araştırma bir bakıma İslam’ın müslüman toplumların ekonomik, siyasal ve sosyal davranışlarını nasıl etkilediğini ortaya koyma niyeti taşıyordu.

Referansları ise, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin yanı sıra, Hz. Muhammed’in (sav) hayatı, uygulamaları ve bunların bugünkü İslami öğretiler ile olan ilişkisiydi.

İlerleyen yıllarda ekonomi, hukuk, yönetim, insan hakları, siyasal haklar ve uluslararası ilişkiler alanlarını kapsayan “İslamilik Endeksi” oluştu.

Araştırma toplumsal cinsiyet eşitliği, emek piyasası, sermaye güvenliği, eğitim ve kurumsal şeffaflıkla ilgili hususlardaki sorulara cevap verme amacı taşıyordu.

Bir süre sonra çalışmanın çerçevesi geliştirilerek müslümanların yönetimde bulunmadığı ülkeler de bu çalışmanın kapsamına alındı. Ve bu çalışmada elde edilen sonuçlar akıl sahipleri için sürpriz değildi.

Araştırmanın 2018 yılı sonuçlarında, endeksin ilk 20 sırasında ağırlıklı olarak Kuzey Avrupa ülkeleri ve ilk 50’de de yalnızca 4 Müslüman ülke yer aldı. Bu sıralamada Türkiye 95. sıradaydı ve 2015’e kıyasla Türkiye 8 basamak yükselmişti. Birinci ise, yine Müslüman olmayan bir ülke; Yeni Zelanda olmuştu. Ondan sonra tekrarlanan endeksleme çalışmalarında yine ağırlıklı olarak ileri demokrasiyle idare edilen ülkeler ön sıralarda yer alırken müslümanların yönetimde olduğu ülkeler arka sıralarda yer buldular.

Burada çalışmaya esas olan sadece birkaç hususun altını çizerek muhtevası geniş olan bir mevzuyu örneklendireyim.

Kültürümüze “kul hakkı” olarak geçen “insan hakları” dünyanın gelişmiş demokrasilerinde kanunlara, nizamlara derç edildi. İnancımızda emredilen istişare, modern yönetim anlayışının temel enstrümanlarından birisi sayılarak ve muhtevası geliştirilerek farklı inanç ve etnik unsurların bir arada yaşama kültürüne temel teşkil eden bir sistemin inşasına ilham verdi. Bunun adına da demokrasi denildi.

Yine İslam inancında yönetimin temel kaidelerinden biri olarak kabul edilen, emredilen liyakat ve ehliyet ölçülebilir tekniklerle geliştirilerek her iş nevinde nasıl bir ehliyet ve liyakat gerektiği nesnel verilerle yasalara dönüştürüldü.

Osmanlı’nın son dönemlerinde ihdas edilen Mecellenin temel kaidelerinden birisi olan “ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz” (zamanın değişmesiyle ahkamın değişmesi inkar olunamaz) düsturu İslami hükümlerin nasıl bir dinamizme sahip olduğunun altını çizmiş, kanunların kendini her çağda tecdit eden / yenileyen ve geliştiren bir mahiyete sahip olmasının gerekliliğini ifade etmiştir. Ancak ne yazık ki, Avrupa’da doğudan alınan ilhamla bir aydınlanma yaşanırken ona paralel olarak İslam dünyasının da güneşi batmaya başlamıştı. Kur’an’ın getirdiği ve Hz. Peygamberin hayata taşıdığı dinin hükümleri dondurularak geçmişe hapsedilmişti. Akıl ve vahiy dengesi bir türlü oluşturulamadı. Hz. Peygamberin bir yaşam biçimine dönüştürdüğü vahyin kodları zamanımıza taşınamadı.

Hz. Peygamberi içinde yaşadığımız zamana davet etmek yerine on dört küsür asır öncesine gidip orada dondurulan hakikat üzerine bugünümüzü inşa etmeye çalıştık. Dünyanın batı yakasıyla aramızda uçurumlar oluşunca da kendimize dönüp nerede hata yaptık suali yerine kabahati dinde aradık. Avrupa’nın siyasal, iktisadi, sınai gelişmesini yanlış yorumlayarak Allah’ın vazettiği dine haksızlık ettik. “Din terakkiye / gelişmeye manidir” gibi bir komplekse mahkum olarak çağın gerisinde kaldık, batının ihtişamına, şaşasına hayranlıkla baktık.

Bu kompleksimizle bugünün meselelerini izah ederken mümkün olduğu ölçüde Allah’ın ayetlerinden ve Hz. Peygamberin risaletinden referans vermeye utanır, çekinir olduk. İlim adamlarının, filozofların tespitlerine atıflarda, referanslarda bulunmaktan bir rahatsızlık yaşamazken dinin hakikatine atıfta bulunmaktan imtina eder olduk. Bu bir yenilmişliğin, vurgun yemişliğin acı bir sonucudur.

Şu yaşanmış anekdotla yazımı sonlandırayım: Yıllar önce ABD vatandaşı bir kadınla bu mevzuları konuşurken bana şu ilginç ve manalı sözleri sarfetti:

“Bizler ideal olmamakla birlikte demokrasiyi inşa ettik, siz müslümanlar bugün dünyanın gelişmesine olumlu katkı sağlayacak demokrasi ötesi (post demokrasi) bir sistem geliştirin ve dünyaya armağan edin bizim için de ulaşılacak bir hedef olsun. Bu olmadan sadece demokrasinin inkar edilmeyecek hastalıklarıyla ilgili eleştireler yapmak fayda sağlamıyor.”

El-hak doğru söyledi.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept