Güven/eminlik ile ilgili bir yazıyı yarın paylaşacağım inşallah. Ondan önce bir kıssa ile giriş yapmış olayım…
Hazreti Ömer’in hilafeti döneminde, arkadaşlarıyla birlikte bir mecliste oturuyorlarken, üç kişi arlarına bir adamı tutup getirirler huzura. Hz. Ömer sorar:
Bu delikanlı ne suçu işledi?
Biri söz alıp meseleyi anlatır:
Ya Emirel Müminin! Bu genç bizim babamızı öldürdü. Kısas talep ediyoruz” der.
Hz. Ömer o gence: Bunların dediklerini duydun. Söylenenler doğru mu? Eğer doğruysa senin söyleyeceklerin nelerdir? diye sordu.
Genç suçunu itiraf etti. Ancak söyleyeceklerinin olduğunu söyler. İzin aldıktan sonra konuşmaya başladı:
Ya Emir’ül Müminin! Ben bir köylüyüm, Buraya Peygamberimizin kabrini ziyaret etmeye geldim. Medine civarına geldiğimde abdest almak için atımdan indim ve o arada atın bir adamın bahçesindeki hurma dallarındaki yaprakları yerken ağacın dallarına zarar verdiğini görünce hızla gittim ama o sırada bahçe sahibi de belirdi ve yerden kocaman bir taş alarak ata fırlattı ve atım orada öldü. Ben de atımı çok seviyordum. O nedenle birden hiddetlenerek o taşı yerden kaldırıp bahçe sahibi adama fırlattım. Ve adam yere düştü öldü… Ben şayet o anda kaçmak isteseydim, kolayca kaçardım; ama ben Allah’a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım, ilâhi adalet ne ise tatbik edilsin ve hak yerini bulsun.”der.
Orada hazır bulunanlar adama acırlar. Babaları ölen gençler diyet almaya razı olmuyorlar ve kısas yapılmasını talep ediyorlardı; yapılan muhakeme sonucunda karar verildi; kısas yapılacak ve o genç idam edilecekti. Genç bu hüküm karşısında hiç itiraz etmedi. Telaşlanmadı ve paniklemedi, gayet soğukkanlı bir şekilde hükme rıza gösterdi. Yalnız bir ricası vardı. Buraya ziyaret maksadıyla geldiği ve böyle bir şeyin de başına geleceğini bilemediği için mutlaka halletmesi gereken bir işi vardı ve dedi ki:
“Benim bakımıyla ilgilendiğim bir yetim var. Onun bana teslim edilmiş olan altınlarını bahçemde bir yere gömdüm. Bu altınlar o yetimin geleceği… Onların yerini de benden başka kimse bilmiyor. Eğer bana üç gün müsaade ederseniz, gider onların yerini o yetime bildiririm.”
Hz. Ömer bunun üzerine dedi ki: “Şu anda sana nasıl müsaade edebiliriz ki? Zira sen bir suçlusun, cezan infaz edilecek. Ya kaçarsan? Seni serbest bırakmamıza imkân yok. Ancak yerine bir kefil bulabilirsen serbest kalabilirsin…”
Genç o civarın yabancısıydı. Son çare olarak oradaki haziruna, göz gezdirdi. Acaba kendisine kefil olan çıkar mıydı? Sonunda sahabeden Ebu Zerr Gıfarî’yi göstererek:
Bu zat bana kefil olur; dedi. Bu sefer Hz. Ömer:
“Ya Eba Zerr! Ne diyorsun?” diye sordu.
Ebu Zerr cevap verdi: Bu delikanlının üç güne kadar dönüp teslim olacağına inanıyor ve kefil oluyorum!
Böylece genci serbest bıraktılar. Böylece aradan iki gün geçti ve üçüncü gün oldu, ama ortalarda ne gelen vardı ne de giden… Bu sefer ölen adamın çocukları Ebu Zerr Gıfarî’ye “Ya Eba Zerr! Kefil olduğun adam hala ortalarda görünmüyor. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye niçin kefil oldun? Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi?”diyerek sitem ediyorlardı. Ebu Zerr ise, “durun bakalım daha üç gün dolmadı. Eğer üç gün dolar, genç de geri gelmezse ilahi adaletin emri ne ise bana tatbik ediniz. Ben kefil oldum ve sözümdeyim” diyordu.
Arkadaşları Ebu Zerr için üzülüyorlardı; zira o genç gerçekten de gelmeyecek olursa, kefil olduğu için kısas Ebu Zerr’e yapılacaktı. Hz. Ömer:
“Ya Eba Zerr! Kefil olan o genç eğer vermiş olduğumuz sürede gelmezse, zamanı gelince emri ilahiyi tatbik eder ve kısas hükmünü geciktirmeden uygularım!”der.
Vakit bir hayli ilerlemiş gün batımına az kalmıştı. Bu arada ashab babası öldürülen gençlere diyet teklifinde bulundular. Çünkü Ebu Zerr’in idam edilmesini gönülleri el vermiyordu.
Fakat onlar da “adamı hazır getirmişken, hüküm infaz edilecekken niçin kefil oldu” diye Ebu Zerr’e kızıyorlar ve babamızın katilinin kanının kesinlikle yerde kalmaması lazım’ diye diretiyorlardı. Heyecan had safhaya varmış herkes neticenin ne olacağını merak etmeye başlamıştı. İşte bu esnada Medine’nin girişinden bir adam olanca kuvvetiyle koşarak gelmeye çalışıyordu. Her tarafı perişan, kan ter içinde gelen bu adam, o gençten başkası değildi. Birçokları adeta sevinç çığlığı attılar. Ölmeye koşan bir adam için belki de ilk defa böylesine seviniliyordu. O genç hemen Hz. Ömer’in huzuruna çıktı ve teslim oldu:
“Kusura bakmayın. Çok daha erken gelemediğim için belki sizi endişelendirmiş olabilirim; fakat malumunuz ki bir atım vardı, o da öldürüldü, başka da binitim olmadığı için yayan gelmek zorunda kaldım. Gördüğünüz gibi havalarda son derece sıcak, yolum ise bir hayli uzak. Yetişemeyeceğim diye öylesine korktum ki O zaman bir kişinin daha ölümüne sebep olacaktım, böyle olsaydı bu mes’uliyeti kaldıramazdım herhalde”der.
Orada bulunanlar hayretler içerisinde böyle bir olaya şahit olmuşlardı. Bu gencin kendisinden tamamen ümit kesildiği bir sırada koşarcasına ölüme gelmesi onları tarifi imkânsız bir taaccüp ve hayranlık içerisinde bırakmıştı.
Herkesin hayretler içinde kaldığım gören delikanlı onlara dönerek şöyle dedi: “Mümin olan sözünde durur, ahdine vefa gösterir. Ölüm öyle bir şey ki vakti ne ileri alınır ne de geri… Ondan kaçmakla kim kurtulmuş ki ben kurtulayım? Vakit saat geldi mi, kimsenin elinden bir şey gelmez, vakit dolmadıysa da Allah’ın verdiği canı kim alabilir? Geldiğime hayret ediyorsunuz. Elbette gelecektim! Ben “Dünyada ahde vefa kalmadı” sözünü söyletir miyim?
Bu arada Ebu Zerr tanımadığı bir adama canı pahasına kefil olması da son derece hayret verici bir olaydı. Ona da nasıl böyle bir kefilliği kabul ettiğini sorduklarında:
Hayır bu genci tanımıyordum. Lakin bu olay Emir’ül Müminin ve bir çok sahabenin huzurunda gerçekleşti. Çok samimi bulduğum ve çaresiz kalmış bir kimsenin işini görmek, üstelik bana güvendiği halde onu yüzüstü bırakmak doğru muydu? Hem, ben bu teklifi kabul etmeyip “Bu dünyada fazilet diye bir şey kalmamış” dedirtir miyim?
O esnada son derece duygusal bir ortam oluşmuştu. Bu olaylar ve sözler gözlerinin önünde cereyan eden ölen adamın çocukları da yumuşamışlar duygulanmışlar ve merhamete gelmişlerdi. Zaten bu genç, taşı babalarını öldürmek için atmış değildi. Fakat takdiri ilahi kazara babaları ölmüştü. Bunun üzerine onlar da davalarından vazgeçerek kısas istemediklerini söylediler. Onlara bunun diyeti teklif edildi. Diyet, Beytül Mal’dan verilecekti; ama onlar biz de; “dünyada insanlık kalmadı” dedirtmeyiz dediler ve Allah rızası için davalarından vazgeçtiklerini bir daha tekrarlayarak, diyet bile almayacaklarım söylediler.
Bu muhteşem tablo, herkesi son derece duygulandırmıştı. Herkes üzüntüden kurtulmuş hüzün, yerini tarifi imkânsız bir sevince bırakmıştı. Helallaştılar, kucaklaştılar.
Böylece arkalarında insanlığa bir ibret levhası bıraktılar.