Türkiye Siyasetinin Cahiliye Dönemi

by Fahrettin Dağlı

Arapça Cehl kökünden türemiş olan “cahil “kelimesine eski sözlüklerde “bilgisizlik” anlamı verilir. Râgıb el-İsfahânî cehlin üç değişik anlamından söz ederek “nefsin bilgiden yoksun olması” şeklindeki ilk anlamın kelimenin asıl mânası olduğunu ifade eder. Diğer iki anlamı ise “bir konuda doğru olanın tersine inanma” ve “bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma”dır.

“Cahile ait, cahile özgü, cahilce” gibi mânalara gelen câhilî ve bunun müennesi olan câhiliyye ise sıfat tamlamaları içinde kullanılır.

Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadislerde Arapların İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslâm döneminden ayırt etmek için kullanılan cahiliye kelimesine İslâm öncesinden bahsedilen metinlerde “Câhiliye” veya “Câhiliye çağı” (asrü’l-câhiliyye) şeklinde rastlanır.

Hz. Peygamber bu kavrama nispetle İslama en çok muhalefet eden kişiye o dönemde Mekkeliler arasında okuma yazması olan 5-6 kişiden biri olmasına rağmen “Ebu Cehil” (cahilliğin babası) lakabını takmış ve Kur’an’dan aldığı ilhamla cahilliği yeniden tanımlamış ve okuma yazma bilse bile muhatabını dinlemeyen, anlamaya çalışmayan, ön yargılarını hakikat zanneden, başka bir doğrunun olabileceğine ihtimal vermeyen kişilere, hakikate karşı gözleri kör ve kulakları sağır olan manasında “cahil” demiştir.

Yukarıda Râgıb el-İsfahânî’den naklettiğim “bir konuda doğru olanın tersine inanma” ve “bir konuda yapılması gerekenin tersini yapma” şeklindeki “cahil” tanımı bugün için de yaygın bir anlama biçimidir.

75 yıllık tecrübemiz siyaset alanında bir şeylerin yanlış gittiğini, siyasi uygulamaların, esas ve usulleriyle birlikte geleneğe dönüşen siyasi kültür ve ahlakın toplumsal meselelerimize derman olmadığını düşünen insanların idrak edebilmesi için yeteri kadar malzemeye sahiptir. Siyaset anlayışı ve kültürü adalete, ahlaka, tecrübeye itibar etmediği için siyaset bu anlamda maalesef cahiliye dönemini yaşamakta, ilgili herkesin farkında olduğu ama bir türlü iyileştirme iradesi, cesareti ve ahlakı gösteremediği kronik bir hastalıkla mücadele etmektedir.

Türkiye çok partili rejime geçildiğinde Gandhi’nin tanımlamasıyla gerekli dikkat ve ciddiyet gösterilmediğinden, ilkeler ve prensipler vazedilmediğinden, yasalar yapıldığı halde ahlaki sınırlar belirlenmediğinden dolayı önce söylemden düşünceye, daha sonra düşünceden duyguya, duygudan davranışa, davranıştan alışkanlığa, alışkanlıktan değere, değerden karaktere, karakterden kadere dönüşen kötü bir siyaset pratiğine, hastalığına duçar oldu.

Aşağıda dün cahiliye geleneğinde bugün ise maalesef Türkiye siyasetinde karşımıza çıkan olgulardan bazılarını yazmaya çalıştım:

-Cahiliye döneminde aşiret ve boylar arası kan davaları yaygındı. Bugün de siyaset köylü, aşiret kültürü üzerinde yürüyor. Partiler arasında bir hizmet yarışı veya rekabetinden çok adeta kan davasına dönüşen bir kin, nefret ve düşmanlık görülüyor. Partiler rakiplerini safdışı etmek için her türlü yol ve yönteme baş vurabiliyor.

– Cahiliyede putperestlik ve paganizm yaygındı. Bugün siyaset öyle bir hale dönüştü ki, partiler ve liderleri kutsal birer obje olarak görülüyor. Particilik eskilerin ifadesiyle, “dinimden dönerim partimden dönmem” gibi koyu bir cehalete teslim olmuş durumda.

-Cahiliyede eşitsizlik hakimdi. Güçlünün zayıfı ezdiği, küçük, seçkinci bir yönetici sınıfın egemen olduğu aristokratik bir yapı vardı. Bugünün siyasetinde de parası, gücü olan bir azınlığın siyaset yaptığı ve siyaset aracılığıyla toplumsal konumlarını güçlendirdiği, ekonomik anlamda rant elde ettiği inkarı kabil olmayacak bir gerçektir.

-Cahiliyenin en önemli özelliklerinden birisi de rakiplerini alt edebilmek için her türlü vasıtayı, yalanı meşru görmesi, hiçbir ahlaki kural tanımamasıdır. Bugün de siyasette hamaset hakimdir. Hamasi cümlelerin çoğu yalan, gerçekleşme imkanı olmayacak boş vaatlerdir. Halk da bunun farkında olduğundan “yalansız siyaset olmaz” diyerek bu durumu ahlaken normalleştirmiştir.

Cahiliyede etkili olan bir özellik de ırk, kabile, aşiret asabiyesinin çok yüksek olmasıdır. Hakkın, adaletin, iyinin, hayırlının etrafında birlik olmak yerine kendi ırkından, aşiretinden olan suçluya, zalime sahip çıkmak ve onun safında savaşmaktır. Bugünün siyasetinde de farklı bir durum göremiyoruz. Bu temele dayanan Türkiye milliyetçiliği maalesef bu anlamda kangrenleşmiş temel bir soruna dönüşmüştür.

Cahiliye toplumunda söz sahibi olanlar ilim, hikmet ve ahlak sahipleri değil, güçlü bir kabilenin üyeleri arasından çıkanlardı. Sarsılmaz bir kast sistemi vardı. Efendilerin çocukları efendi, kölelerin çocukları köle doğardı. Bugünün siyasetinde de tanınan, bilenen, güçlü bir aileye mensup olan, varlık ve şöhret sahipleri dışındakilere siyaset kapısı neredeyse kapalıdır. Ne kadar güçlü argümanlara ,hakka ve adalete istinat eden düşünce ve fikirlere sahip olursanız olun yanınızda, arkanızda tanınan, bilinen popüler kişiler olmadıkça Türkiye siyasetinde yer edinme imkanınız olamaz. Yeni bir siyaset anlayışı ve organizasyonu için yola çıktığınızda size ilk sorulan, “Yanınızda bilinen, tanınan kimler var?” sorusudur. Başarınız buna bağlıdır. Peygamberlerin çoğu da bu cahiliye söylemine muhatap olmuşlar, “Senin yanında bizim soylularımızdan, varlıklılarımızdan kimse yok, sadece zayıflarımız ve kölelerimiz var. ”denilerek sözüne kulak verilmemişti. Bu kadim anlayışta bir değişiklik yok.

Kadere dönüşen ezberlerimizi terkedip konforumuzu bozmaya hiç niyetli değiliz. Ama ilmen bilinen bir gerçek var ki, bu siyaset kültürü ve ahlakıyla felaha erişemeyiz, yerimizde tek ayak üzerinde durarak geçmişi tekrarlayarak yaşarız. Allah muhafaza…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept