İktidar Emanetini Devredin

by Fahrettin Dağlı

Böyle bir talepte bulunduğum için istihza edenlerin olacağının farkındayım ama kanaatimce bu saygısız ve haddini aşan bir istek değil benim sorumluluk anlayışımın gereğidir.

Senelerdir yazıyorum, esas problemimiz, diğer pek çok probleme de kaynaklık eden siyasal rejimdir. Mevcut siyasal rejim, ülkede pek çok insanın iddia ettiği gibi “İslamcılık” da değildir. Beğensek de beğenmesek de İslamcılığın da ideolojik kodları, istinat ettiği değerleri vardır. Mevcut cari siyasal rejim bugüne kadar örneklerine şahit olduğumuz hiçbir siyasal sistemin kodlarına uymuyor yani ortada sistem yok, sistemsizlik var.

Zaten “İslamcılık” terimsel olarak da yerel değildir. 20. Asırda Batılıların, İslam dinini referans alan siyasal örgütlerin ideolojilerine verdikleri isimdir (İslamism). Türkçe’deki ci, cı, çi, çı, cu yapım ekleri, bir aidiyeti, ilişkiyi, mesleği veya kişilerdeki bir hasleti belirtir. Bu nedenle “İslamcı” terimi Türkçe gramer açısından kişinin İslama olan bağlılığını, dinini günlük hayatının bir parçası haline getirdiğini ifade etmelidir ki, bu terimin kullanımında gerçekleşen anlam kayması nedeniyle kastedilen bu değildir. Yani mevcut rejimin bu tanıma göre İslamcılıkla uzaktan yakından alakası yoktur. Bugünkü anlamıyla İslamcılık, dini hükümleri eğip bükerek, büyük titizlikle kullanılması gereken terimleri sloganlaştırarak siyasi çıkar temin eden şahıs veya örgütlü yapıları tanımlayan genel bir ifadedir.

Mevcut siyasal rejimin ideolojik bir karakteri yok. Onu olsa olsa “hubbu dünya (dünya sevgisi, dünya malına düşkünlük), hubbu makam (mevki, statü ve şöhret arzusu) ile tanımlamak mümkündür. Bunlar da bir yönüyle adaletsizlik ve nifakı doğurur.

Böyle bir siyasal rejimin sonucu adaletsizlik, ihtilafların ve kavgaların çoğalması, huzursuzluk, karışıklık, bereketsizlik ve kıtlıktır. Bu durum, toplumsal çözülüş, ahlaki tefessüh, dinin adalet ve rahmet üreten ikliminden uzaklaşmanın hem sebebi hem de sonucunu oluşturur. Çünkü bu tür rejimlerin en önemli hususiyeti dinin siyasete / yönetime dair hükümlerine muhalefet edilmesidir. Eğer bazı kavramları kullanacak kadar cesur olsaydım bu rejime aklımdaki dini etiketi yapıştırırdım. Yine de temenni ediyorum ki, Allah nezdinde durum aklımdan geçtiği gibi olmasın. Ancak inkârı kabil olmayacak toplumsal yasalar var. Az çok Kur’an’la ünsiyeti olan herkes ne demek istediğimi iyi anlamıştır.

Bu siyasal rejim sürdürülebilir bir özelliğe sahip değildir. Aslında bu durumun muhalefetle birlikte iktidar sahipleri de farkındalar. Fakat ne yazık ki, siyasal kültür / ahlak iktidara, içine girdiği girdaptan geri dönüş imkanı vermiyor. Yıpratıcı, ayrıştırıcı, kamplaştırıcı, düşmanlaştırıcı siyaset, yanlıştan dönmeye fırsatı tanımıyor. İktidar mensupları, “İktidarı kaybedersek hepimiz de kaybetmiş oluruz, muhaliflerimiz bize dünyayı dar ederler.” gibi bir anlayışa teslim olmuş, kendi menfaatlerini milletinkinin önüne geçirmiş durumdalar.

Bu endişeleri izale etmek için adalet ve güven siyasetini ülkemizin siyasal iklimine hakim kılmanın dışında başka bir alternatifimiz yok.

Geldiğimiz noktada iktidar-muhalefet kavgası ülke yararına bir sonuç hasıl etmeyecek, iktidar değişimini bile sağlamayacaktır. Sağlasa bile ülke kaotik iklimin tesirinden kurtulamayacaktır. Bugün toplumun aktif siyasetin dışında kalan akil adamlarına düşen, aktif, dinamik bir inisiyatif alıp tarafları adil bir mutabakata zorlamaktır. İktidar mensupları da, iktidarlar da ve devletler de ömürlüdür. Hz. Süleyman’a kalmayan iktidar, mülk, hiçbirimize kalmayacaktır. Bu fani dünyada haksızlıkla, zulümle iktidarınızı koruyabilirsiniz ama inandığınızı söylediğiniz hesap gününde çok zorlanacaksınız. Allah zulme meyledenleri bile cehennemle tehdit ederken, bilfiil zulüm icra edenlere ne olacağını varın siz hesaplayın.

Tarihte toplumlarını adaletle idare edenler için iktidar büyük bir yük ve külfet olmuştur. Onun için de İslam tarihinin en adil yöneticileri olan Hz. Ömer ve torunu Ömer B. Abdülaziz boyunlarına atılmış bu ağır emanetten kurtulmak için Allah’tan ölümlerini temenni etmişlerdir. İktidarı bir araç değil de amaç olarak görenler, o şaşaalı makamlarda oturmanın, insanların onlara tabasbus etmesinin cazibesinden mahrum kalmayı dünyanın sonu gibi görürler. Onun için de son nefeslerine kadar orada kalmayı tercih ederler. Merhum Cahit Zarifoğlu’nun isabetli ifadesiyle, “Burası dünya, ne çok kıymetlendirdik. Oysa bir tarla idi, ekip biçip gidecektik.” Keşke iktidar sahipleri bu şuur haliyle hikayelerini yazmış olsalardı.

Çok garip bir hal bu. Bu dünyanın fani olduğuna iman ettiklerini iddia edenler dünyayı baki görüp kazık çakıyorlar, buna karşın Avrupalı liderler ise ilanihaye o makamlarda oturmayı akıllarının ucundan bile geçirmiyorlar. Bir şekliyle vakitlerinin dolduğuna kanaat edenler ceketlerini alıp evlerine dönüyorlar. Galiba biz Müslümanlar, onlardan daha çok dünyevi bir hayat yaşıyoruz.

Emevî halifelerinden Süleyman bin Abdülmelik, Ebu Hazim isminde salih bir zata sorar:

“-Bize ne oluyor ki ölümden hoşlanmıyoruz?”

Ebu Hazim : “-Sizler ahiretinizi harap edip dünyanızı imar ettiniz. Bu sebeple mamur bir beldeden harabe bir yere geçmek hoşunuza gitmiyor!” diye cevap veriyor.

Ne yazık ki biz müslümanların hali böyle.

Onun için insani ve İslamı olduğuna kanaat getirdiğim bir çağrıda bulunuyorum, gelin seçimlerden önce kendi iradeniz ve inisiyatifinizle, toplumun büyük çoğunluğunun dürüstlüğüne ve adilliğine şehadet getirecekleri yetkin, elit bir topluluğa iktidarınızı devredin. Bunu yapmakla hem topluma ve hem de kendinize çok büyük bir iyilikte bulunmuş olacaksınız. Bu bütün olumsuzluklarınıza rağmen size ve yönettiğiniz topluma bir dost tavsiyesidir. Umut ederim ki, dikkate alıp, gereğini yaparsınız.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept