KULA BELA GELMEZ HAK YAZMADIKÇA, HAK BELA YAZMAZ KUL AZMADIKÇA

by Fahrettin Dağlı

Son birkaç senedir Türkiye toplumu olarak büyük badireler geçiriyoruz. Her ay farklı bir felaket ve müessif olayla uyanıyoruz. Her olaydan sonra beylik lanetleme seansları, taziye ve geçmiş olsun mesajları, birlik ve beraberlik çağrıları… Bunlar yerine getirilmesi gereken temel insani görev ve vecibeler olarak düşünülebilinir. Peki sonra şu veya bu şekilde mesele ile ilgili olanlar baş başa verip “Biz nerede hata yaptık/yapıyoruz” muhasebe ve murakabelerini yapıyorlar mı? Müslüman idareciler olarak görünür sebeplerin ötesinde “Gayretullaha dokunacak ne yaptık ki bu felaketlere maruz kalıyoruz?” diye soru sorup cevap arıyor muyuz? Öyle ya “Allah hak etmedikçe bir topluma bu felaketleri yaşatmaz.” Hani Mevlana’ya atfedilen şu veciz ifadede geçtiği gibi:

“Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça

Hak kulundan intikamını yine kul eliyle alır, Bilmeyen bunu kul yaptı sanır.

ALLAH isterse kulun işini mermere geçirir çürük dişini, ALLAH istemese kulun işini lokum  yerken kırar sağlam dişini.

Evet yaşadıklarımızın hepsinin dayandığı bir yasa var. Buna İslam ıstılahında “Sunnetullah” diyoruz. Tabir caizse sosyal hadiselerin kanuniyeti. Sebep sonuç ilişkilerini gösterir kanunlar. Allah, kitabında bu kanuniyetleri kâh direk olarak kâh daha önce yaşamış olan kavimlerin kıssaları üzerinden bildiriyor. Kullarını dikkatini şu hususa yoğunlaştırıyor: “Ben bu kıssaları size hikâye olsun diye nakletmiyorum. İnsanı halk eden yaratıcı olarak onun nasıl bir varlık macerası yaşayacağını en iyi ben bilirim. Onun için de sizleri uyarıyorum. Geçmiş kavimler şunu şunu yaptılar ve karşılığında da bunu buldular. Eğer sizlerde onların yaptıklarını tekrar edecek olursanız başınıza gelecek onların başına gelendir. Mazeretinizi ortadan kaldırmak için bunu böylece sizi bildiriyorum.”

Dolayısıyla bu gün Müslümanlar olarak yaşadıklarımıza bu pencereden bakıp “Biz acaba nerede hata yapıyoruz” diye bir muhasebe ve murakabe yapmak günü. Eğer bunu yapamazsak korkarım ki daha çok rahmetten ve mağfiretten uzaklaşacağız. Allah muhafaza daha derin krizlerle karşı karşıya kalacağız.

İlmi, ahlakı, adaleti siyasete kurban etmemeliyiz. Doğru ve adil olanı yapıp neticesini sonsuz kudretin sahibine bırakmalıyız. Hasıl olana rıza ederek tam bir teslimiyetle O’na yöneleceğiz.

Öyle bir siyasi irade, fiil ve söz görüyor muyum? Keşke “evet” diyebilseydim. Tam aksi Mevlana’nın ifadesinde olduğu gibi azgınca, kindarca, kibirce bir tavır görüyorum. Güzel kelime ve cümlelerin yerine nahoş, kaba, nobran, nezaketsiz onca hareket, davranış ve söze şahitlik ediyorum. Evet sonra kendi kendime ve çevreme şunu söylüyorum: “Bu tablo baki kaldıkça felah ve salah beklemek kanuniyete aykırı.” Ya bu mevcut halimizi tashih edip, gerçeğin/hakikatin pusulasına tabi olacağız ya da azgın nefislerimizin peşine düşüp hem bu dünyamızı ve hem de ahretimizi berbat edeceğiz. HafizanALLAH…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept