“GÜVEN” DUYGUSUNU YIKMAYACAKTINIZ!

by Fahrettin Dağlı
Bütün Peygamberlerin, Peygamberlik öncesi vasıfları “güvenilir/emin” olmalarıdır. Bu vasıfta, Hz. Peygamber en zirveye tırmandı. Mekke halkı onun isim hanesine ilave yaptı; “Muhammed’ül Emin”. Bu, sıradan bir vasıflandırma, sıradan bir sıfat değildi. Adeta Allah Peygamberlikten önce bu özelliğinin tescillenip isme dahil olmasını arzu etti ve öyle de oldu.
O, bu özelliğiyle aynı zamanda bir barış elçisi oldu; Bir hakemdi / hakimdi. Medine de kabileler arası kavgalar/savaş devam ederken; Mekke’de de bir nizaının / anlaşmazlığın bir kanlı kavgaya dönüşme riski gün geçtikçe artıyordu. Hz. Muhammed henüz otuz beş yaşlarındaydı. Bir felaketten sonra Kâbe yeniden inşa ediliyordu. Bu sırada Hacerül Esved’in yerine yerleştirilmesi hususunda kabileler arasında anlaşmazlık çıkmış, bu şerefli görevi hiçbir kabile diğerine bırakmak istememişti. Bunun üzerine Kureyşliler’in en yaşlısı Ebû Ümeyye b. Mugire’nin teklif ettiği bir yöntemle hakem tayini kabul edildi. Hakem olarak kabul edilen Hz. Muhammed, Hacerül esved’i bir örtü içine koyarak bütün kabile reislerinin iştirakiyle kaldırmış, yerleştirileceği yerin hizasına gelince de bizzat kendisi bu görevi yerine getirmişti.
Hatta şöyle bir meselde anlatılır. Bu ameliye sırasında şeytan insan suretinde orada görünür ve müşrik reisine; “Ne yaptınız şimdi? Mekke’nin otoritesini kendi ellerinizle Muhammed’e bıraktınız” der…
Bundan ne anlıyoruz?
Çok genç olmasına rağmen eminlik anlamında Mekke toplumunda bir güvene sahipti. Mekkeliler için son derece önemli olan bir mevzuda Mekke meclisinin (Dar’ül Nedve) o kadar yaşlı üyesine rağmen anlaşmazlığın hakemliği 35 Yaşındaki Yetim Muhammed’e düşmüştü. Elbette bunların hiçbirisi tesadüf değildi. Gelmekte olanın yolunun taşları döşeniyordu. Bundan yetim Muhammed bile habersizdi.
Yarın kendisine tevdi edilecek büyük ve ağır görevin provası yaptırılıyordu adeta… Anlaşmazlığın barışla neticelenmesi için öyle bir arabuluculuk yaptı ki, hiç kimse aksini söyleyemedi. Hacerül Esved taşını bir örtünün içine koyarak, Mekke kabile temsilcilerinin her birisinin bir ucundan tutmalarını sağlayıp kaldırarak yerine yerleştirilmesiyle belki de yıllarca sürecek kanlı bir çatışmanın önüne geçildi. Bu anlamda bir barış/sulh adamı olduğunu ispatlamış oldu. Aslında çözüm için öngördüğü yöntem tam da bugünkü çağdaş demokrasilerin bir örnekliğini ortaya koyuyordu. Toplumsal bir anlaşmazlık o toplumu oluşturan kesimlerin temsilcilerinin ortak irade ve eylemiyle çözüme kavuşturuluyor…
Evet, Allah Onu Peygamberliğe hazırlıyordu. Ve Peygamberlik için olmazsa olmaz olan bir vasıfla ödüllendirildi. Yüksek bir ahlakın inşaa ettiği bir makam. Ve sonra arkasından gelen büyük ödül; Peygamberlik…
Yine sözkonusu olduğunda hatırladığım ibretamiz bir kıssa;
Deve sırtında Arap çöllerinde dolaşan hikmet ehli bir şahıs bir gün yine çölde yolculuk yaparken bir adama rastlar. Bakar ki, yerde uzanmış; yüzü güzü toz toprak içinde, bitkin bir adam… Selam verir, hâl hatır sorar kendisine. O da, burada mahsur; aç ve susuz kaldığını söyleyince, devesinden iner su kabını çıkarıp su içerecekken yolda kalmış o kişi birden ayağa kalkarak adamın devesine binerek oradan uzaklaşır. Deve sahibi arkasından bağırır; “Beni dinler misin?” der. Adam durur, döner bakar; “Ne diyeceksin?” diye sorar. Deve sahibi, adama o hikmetli ifadede bulunur;
“Deveyi alıp götürmene bir şey demiyorum; al, götür; ancak yerleşim yerine vardığında, ne olur deveyi böyle çaldığını kimseye anlatma. Aksi taktirde bir daha hiç kimse bu çölde durup yardıma ihtiyaç duyacak insanlara yardım etmez…” Yani, “çölün güvenini yıkma” demiş oluyordu.
Yine Hz. Ömer döneminde mevzumuzla ilgili yaşanmış çok ibretamiz bir kıssa var; yazıyı fazla uzatmamak adına onu önceden paylaştım.
Yine Japon asıllı ABD vatandaşı Fukuyama, her türlü gelişmenin sosyal sermayesi, temel harcı “Güvendir” der.
Ve kelamın güzelini söyleyen Hz. Peygamber güven ve itimat sahibini şöyle tarif ediyor:
“Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Mümin de insanların canları ve mallarının güvende olduğu kişidir.”
“Hayırlınız, kendisinden iyilik umulan ve kötülüğünden emin olunandır. Kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen ve kötülüğünden emin olunmayandır.”
Evet, insanlığın ortak aklının bulduğu en büyük gerçeklik bu olmasına rağmen, ey iktidar sahipleri size ne oldu ki, bu kadim coğrafyada güveni yerle yeksan ettiniz?
Neden? Hangi dünyalık aklınızı çeldi?
Erişme umudu uğruna bozuk para gibi harcadığınız ve öldürdüğünüz güveni nasıl tekrar ayağa kaldırabilirsiniz? Mümkün mü?
Dünyaları kaybetmiş olsaydınız da, size duyulan güveni kaybetmeseydiniz. Sadece siz kaybetmediniz; ekmeğinize katık ettiğiniz değerlerde kaybetti. Neredeyse bir asırdır karılan, biriktirilen harcı çarçur ederek, gerinizde koca bir enkaz bırakarak gidiyorsunuz. Kendinizle birlikte milyonları da enkazın altında bırakarak gidiyorsunuz.
Öyle bir nimet kaybettiniz ki, hiçbir cümle onu ifade etmeye yetmez; aciz kalır.
“Fıratın kenarı” hikayesi ile iktidara gelip, koyunları kurda kuşa kaptırarak gitmek sizin bahtsızlığınız, hayırsızlığınızdır.
Allah aşkına hiç mi ölüm aklınıza gelmiyor? Hiç mi bu dünyada sahip olduklarınızın sizinle kabre gelmeyeceğini, sizi terk edeceğini düşünmediniz?
Bu coğrafyayı adaletle idare edip güven iklimini dünyanın dört bir köşesine yayıp onun bahtiyarlığıyla göç etmek varken neden böyle…?
Bir Müslüman olarak sizinle aynı dinin mensupları arasında sayılmayı hazmedemiyorum. Eğer yaptıklarınız, inandıklarınızsa ben sizinle aynı inancı paylaşmıyorum. Muhafazakâr din anlayışını reddediyorum. Tıpkı kendime mürşit bellediğim İmam Ebu Hanife’nin söylediği gibi… Tıpkı, kendime siyasi referans olarak aldığım Ömer B. Abdülaziz’in Emevi ve Abbasi yönetimlerine söylediği gibi…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept