GELİN ŞERDEN BİR HAYIR ÇIKARALIM!

by Fahrettin Dağlı

Farkında mıyız, değil miyiz bilemiyorum ama Allah daima kullarını iddialarıyla, söylemleriyle sınıyor; samimiyet testinden geçiriyor.

Muhafazakâr kesim yıllarca “zinanın yasallaştığından” bahisle hükümete güya sitem ediyordu. Buyurun samimiyet sınavına; bu ekonomik şartlarda gençler nasıl evlensin, yuva kursun? Bunun sonucunun zinanın çoğalması olacağından şüphe var mı? Şimdi destek verdiğiniz iktidara sorun lütfen…

Uzun süredir ekonomik sıkıntıların; fakirliğin, yoksulluğun nasıl sosyal ve dini tahribatlara, travmalara yol açacağını izah etmeye çalışıyorum. Büyük tehlikeye dikkat çekmeye gayret ediyorum. İç ve dış düşmanların başaramadığı toplumsal çözülmeyi, savrulmayı, erozyonu, adaletsizlik, fakirlik / yoksulluk başaracak! Onun için Allah Resulü bu mevzuya dikkat çekerek, “Fakr (fakirlik) küfre yakın bir şeydir” diye buyurmuştur. Daha önceki yazılarımda da bu tehlikelerin bir kısmına işaret etmiştim; izah etmeye çalışmıştım. Bugün ise, daha büyük tahribata dikkat çekmeye çalışacağım. Aslında çoğumuzca malum olan bir problem; yoksulluk nedeniyle evlenemeyen milyonlarca genç…

Şimdi gelin basit bir hesap yapalım; bu şartlarda bir çiftin evlenebilmesi için asgari 200.000.- TL’ye ihtiyaç var. Asgari diyorum… Çünkü geleneksel şartlarda bu rakam ortalama 400.000.- TL’ye kadar çıkar.

Şimdi vicdan ehli herkese soruyorum; asgari ücreti geçiyorum; ortalama ayda 10.000.- TL geliri olan bir aile bu şartlarda evlilik çağına gelmiş çocuklarını nasıl evlendirsin? Bir de evlilik çağına gelen iki, üç çocuğu varsa… Bu hesabı görecek ehli vicdan birisi var mı? Gelin bu hesabı vicdanınızda tartın biçin; bakalım bir çıkış yolu bulabilecek misiniz?

Sokak röportajlarında, gençlerin en çok şikayetçi oldukları bir mevzu; “Geçim sıkıntısı nedeniyle evlenemiyoruz…” En çok da ailenin önemine işaret edenlerin döneminde yaşanıyor bunlar. Bir aile / bir yuva kuramamanın çığlıkları yükseliyor bu ülkede…

Yarı aç, yarı tok yaşayabiliriz ama bazı insani, fıtri arzuları karşılanamayınca, olabilecekleri düşünün; zina ve nesebi belli olmayan çocuklar çoğalacak; yetiştirme yurtları sahipsiz çocukları alamaz yoğunluğa gelecek. Bu çocukların yarın bir takım intibaksızlıklar yaşayacaklarını; suça karışacaklarını hesaplayabiliyor musunuz? Bunun yol açacağı onlarca bedeni ve ruhi hastalıklar…

Olabilecek başka tehlikeleri daha sıralayayım mı? Bu kadar yetmez mi?

Bu ülkenin bu ekonomik krizi aşabilecek gücü, kudreti ve potansiyeli var ama bu potansiyeli enerjiye dönüştürüp harekete geçirecek bir yönetim bilgi, beceri ve irade gücüne ihtiyaç var. Ne yazık ki bugün yaşadığımız ekonomik krizi aşacak; bu potansiyeli harekete geçirecek bir siyasi iradeden ve kudretten yoksunuz.

Yönetim bilgi ve becerisi, yapılacak her faaliyette; planlama, uygulama, kontrol etme ve önlem alma döngüsünü çalıştırmayı öngörür. Eskiden bu döngüyü kamu yönetiminde kurumsal olarak Devlet Planlama Teşkilatı yerine getirirdi; kamu yararı bağlamında önceliklendirmeyi yapardı. Bugün bu kurum da yok artık. Yani planlama yok, yatırımlar ihtiyaçları karşılamaya dönük olmaktan ve kamu yararının gözetilmesinden çok, siyasal mülahazalar esas alınarak yapılıyor. Bunun sonucu, yerli yerinde kullanılmayın ülke kaynakları berhava oluyor.

Bütün samimiyetimle ifade ediyorum; Bugüne kadarki siyasi / devlet tecrübemle şunu iddia edebilirim (iddia dediğime bakmayın; söyleyeceklerim eşyanın kanuniyetinde var olan gerçeklikler); Yetişmiş insan gücü, kamudaki kurumsal birikimi ve ekonomik kaynaklarıyla / rezervleriyle ülkeyi düze çıkarmak için azami yedi yıla ihtiyaç var. O yedi yılı da fazla yıpranmadan aşabilecek bir sosyal dayanışma kültürüne sahibiz.

Evet, iddia ediyorum; verin emaneti, bu ülkeyi yedi yıl içerisinde tekrar dünyanın müreffeh ülkeleri seviyesine getirelim. Bunu kimse hamaset olarak görmesin lütfen; ki hamaseti en çok zemeden birisi olarak söylüyorum. Yapacaklarımız, öyle imkansızı başarmak cinsinden değil. Öncelikle ülkeyi bir adalet / hukuk devleti haline getirmek ve sonrasında ise ekonomik ve sosyal anlamda toplumsal bir seferberlik başlatmaktır. Bu anlamda yeniden bir kurtuluş savaşına ihtiyaç var. Savaş kavramını kullandığıma bakmayın. Kurtuluş elbette mücadeleyle başarılır. Ama bu savaş dışarıyla (afakla) değil kendi kendimize; iç dünyamızla (enfüsle) savaş…

İçimize kaçan şeytanları taşlayarak işe başlayacağız. Yeke yek birbirimizle helalleşerek barışacağız. İyilikleri çoğaltıp, kötülüklerle mücadele ederek başaracağız.

Bu coğrafyaya barış iklimini hâkim kılabiliriz. Üretilen hasılayı adil bir şekilde paylaşıp, ihtiyaç sahiplerini gözetip, toplumu yoksulluktan / muhtaçlıktan kurtarabiliriz. Ülkeyi bir beddua toplumu olmaktan çıkarıp bir dua toplumu haline getirebiliriz. İnşaallah…

Görün ondan sonra bu ülkenin topraklarına nasıl rahmet yağdığını… Topraklarından nasıl bereket fışkırdığını…

Bunu başarmak zorundayız. Artık kabul edelim lütfen; bu kadar kirlenmiş, kötülüklere ve haramlara bulaşmış mevcut siyasi kadroyla bunların başarılamayacağını…

Yeni bir heyecana ve idealizme ihtiyaç var. Gelin bu ekonomik ve sosyal krizi faydaya dönüştürelim. Şerden bir hayır çıkaralım. Nefsani arzularımızı; sevgilerimizi, hakikatin önüne geçirmeyelim.

Daha güzel; daha aydınlık yarınlara hep beraber…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept