Siyasetin Finansmanı Şeffaf mı?

by Fahrettin Dağlı

Bugüne kadar onlarca defa yazdım ve muhtemelen daha da çok yazacağım. Çünkü AK Parti iktidarının en büyük handikabı siyasetin finansmanıyla ilgili.

Hatırladığım kadarıyla sağ siyasette hep şu konuşuldu; siyaset yapmak sermaye gerektirir. Bir sermaye birikimi olmadan başarılı olma imkânı yoktur. Yani, “paranın açmayacağı kapı yoktur” anlayışı…

Kitle de buna inandırılmış. “Davanın güce / sermayeye ihtiyacı var.” “Güçle / sermayeyle teçhiz edilmemiş bir dava ne kadar haklı olursa olsun başarılı olma imkânı yoktur” hüküm cümlesinden hareketle “mutlaka sermaye biriktirmek lazım”, denile gelinmiştir.

Hele hele MSP, RP ve Fazilet Partisi deneyiminden sonra bu işin normal süreçlerle götürülemeyeceği bazılarına telkin edilmiş ve “Mahalli idareler elinizdeyken buraların imkanları üzerinden bir sermaye birikimi yapın. Bunun için bir havuz oluşturun. Başarılı olmak istiyorsanız hasımlarınızın silahlarından daha güçlü silahlarla silahlanın. Onun için de elinizdeki kamu imkanlarını kullandırırken siyasetin payı / yüzdesi iktisap edilsin” hesabı yapılmıştır.

Öyle ya, düşmana karşı cihat yapıyorsunuz! Dolayısıyla “Cihat Fonu”na ihtiyaç var! Bir de kamu imkanlarının bu amaçla kullanılmasına yönelik belli makamlardan da fetvalar alınır.

Aslında “ne istediler de vermedik” ifadesi, bu söylediklerimizi izah eden motto cümle…

Verilen neydi? Kimin malını kime veriyorlardı?

Sorsanız herhalde şunu diyecekler; okul, yurt ve benzeri hayırlı hizmet ve faaliyetler için…

Siyasetinize verilen desteğin bir karşılığı, yani diyeti olarak.

İyi de bunu yapmak meşru mu; ahlaki mi, helal mi?

Oysa kamu malları iktidarın emanetindedir. Her kuruşunda 85 Milyon insanın hakkı vardır. Dolayısıyla hangi amaç ve saikla olursa olsun hukuk dışı kullanılması meşru ve helâl değildir.

Buraya kadar ifade ettiklerimiz siyaset kurumunun finansmanı. Ama sadece bundan ibaret değil. Aynı zamanda siyaset yapanların da finansmanını içerir. Öyle ya, onlar da zengin / güçlü olmalı. Hatta sadece kendileri de değil; onlarla birlikte yönetim çevresinin tümü. Bunların her birisi için devlet imkanları seferber edilir ve bunun da yasal ve dini kılıfı uydurulur; vicdanlar bununla rahatlatılır.

Evet, bugün olup bitenler büyük ölçüde bu harami düzenin aktif bir şekilde cereyan etmesinden kaynaklanıyor.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından sonra bir daha sormamız gerekiyor; ABD de Bir Türk evi var. Eğer ülke olarak ABD’de farklı hizmet binalarına ve diğer yatırımlara ihtiyaç varsa bunu şeffaf bir şekilde kamu bütçesinden karşılarsınız. Tabi ki kamunun kaynaklarını, bu konuda yetkili olan yine bir kamu kurumunun inisiyatifi ile bu bütçeyi kullanırsınız… Ama bunu böyle yapmayıp aile vakıfları üzerinden denetimden kaçırarak yaparsanız işte bugün sonuçlarıyla karşılaştığımız hâdiseleri yaşamak zorunda kalırsınız.

Yasaları / kanunları bypass ederek veya yasal kılıfına uydurarak milletin hakkı olan gelirleri vakıflara, derneklere aktarmanın hiçbir meşru gerekçesi olamaz. Dinen de haramdır; kul haklarının gaspıdır. Eğer meşruiyetini savunuyorsanız buyurun kalem kalem kaynaklarını şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşın.

Bir defa herkesin şunu kabul etmesi gerekiyor; özellikle de Müslümanlık iddiasında olanların; İktidar olmak gibi bir mecburiyetiniz yok. İktidarda kalmak gibi bir mecburiyetiniz de yok. Seçildiğiniz dört yıl boyunca yaptığınız hizmetlerle kendinizi halkın güvenine sunarsınız; onay alır veya alamazsınız. Onay alırsanız kaldığınız yerden devam edersiniz; alamadığınız takdirde de ceketinizi alır çıkar gidersiniz. Demokrasi böyle bir rejimdir. Nasıl geldiyseniz öyle gidersiniz.

Maçın ortasında oyunun kurallarını değiştiremezsiniz vesselam…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept