TOPLUMSAL BOZULMANIN / YOZLAŞMANIN EN ÖNEMLİ SEBEBİ HARAM FİİLLER VE İKTİSAPLARDIR

by Fahrettin Dağlı
Sayfamı takip eden, tanıdığım, bildiğim ateist, agnostist, deist, Hıristiyan ve bilemediğim inançlara mensup kişiler var. Onlardan özür dileyerek bu paylaşımda sadece Müslümanlık iddiasındaki sayfa arkadaşlarımı hedef alarak, onları muhatap kabul ederek bu paylaşımı yapıyorum.
Toplantılarımızda, özellikle dar çerçeveli bir araya gelmelerimizde en çok müşteki olduğumuz mevzu, toplumsal yozlaşma ve dindarlık alanındaki irtifa kaybıdır. Herkes kendisine göre bir takım sebepleri sıralıyor. Şahsen sayılanların çoğunu tali sebepler olarak görüyorum. Bir Müslüman olarak acizane iddiam o ki, bu dejenerasyonun / bu yozlaşmanın en önemli sebebi, bu dönemde girilen/işlenen büyük günahlar ve haramlardır.
Malum, Özal hükümetleri dönemine kadar dindar kesimin (veya dindarlık iddiasındaki kesimin) devlet ile ilişkileri mesafeliydi. İsteseler bile devlete yakınlaşamıyorlardı. Ve bundan mütevellit kamu imkanlarından da mahrum kalıyorlardı. Ki Müslümanlar için en önemli günahlardan/haramlardan birisi, beyt-ülmalden (kamu mallarından) şahsi veya zümrevi tasarruflarda bulunmaktır. Ki rivayet edilir ki, Hz. Peygamber bu fiille malul olan birisinin cenaze namazını kılmamıştır. Böyle ağır bir günah…
Özal hükümetleriyle birlikte dindar kesimler ilk defa kamu imkanları ve mallarıyla tanışma imkanı buldular. İlk zamanlar helal-haram hassasiyetiyle, kamu imkanlarına karşı mesafeli oldular ama 2002 Kasımı, İstanbul’dan Ankara’ya transfer olan iktidarla birlikte gerek bürokratik ve gerekse ticari ilişkiler anlamında tam bir milat oldu. Uzun süre iktidar imkanlarından yararlanamayan bu kesimler, ölçüsüzce, kuralsızca devletin içine daldılar. Sonradan daha iyi öğreneceğiz ki, İstanbul’dan transferle gelen siyasetçi ve bürokrat kesim artık bu konuda iyice tecrübe kazanmış ve kaşarlanmışlardı. Bunlar bir bakıma genel yönetime gelmekle Ankara ve diğer şehirlerdeki yerel bürokratlara ve siyasilere örneklik teşkil etmeye başladılar. Oradaki ahlakı buraya taşıdılar ve diğerlerini de aşıladılar. Bir süre sonra çoğu eski dost ve arkadaşlarımızı tanıyamaz hale geldik. Gözümün içine baka baka şunu diyen tarikat kökenli bürokratlar gördüm; “devlete katma değer sağlayan birileri varsa bırakınız kendi şahsi kazanımları da olsun; üç beş kuruş da ona kalsın…” Sonradan ortaya çıkacak ki, bu arkadaşlar, genel yönetime geldiklerinde hazırlıklarını yapmışlar; Şirketlerini kurmuşlar; bağlantılarını yapmışlar. Bu girişimlerini meşrulaştırıcı o kadar da dini argümanları sıralıyorlardı.
Düne kadar ülkeyi “dar’ül harp” olarak görenler bugün devletin sahipleriydi ama yine de o eski alışkanlıklarından vazgeçmiyorlardı. Hortumlarını salıvermişler buğday ambarlarına; çekip götürdükleri kadar götürüyorlar. Ve ne yazık ki, alttaki büyük halk kitlesini de, ‘vatan, devlet, millet, ezan, bayrak’ edebiyatıyla efsunluyorlardı. Yukarıdaki azınlık bir topluluk kaymağı kendi aralarında paylaşıyor, arta kalanları da eş dostlarına dağıtıyorlardı.
Esnaflık yapan Ağabeyim anlatırdı; “Bir zamanlar Demirel’i destekliyorduk. Demirel Ankara’dan Konya’ya gelecek diye parti görevlileri bizi dolmuşlara, taksilere doldurup yolda karşılamaya götürdüler. Elimize de birer pankart tutuşturdular. Elimdeki pankartta ne yazılı diye baktım; ‘Zirai kredi borçları affedilsin’ yazılı. Bir pankarta ve bir de kendime baktım; ‘Benim bir kredi borcum yok. Hepsini zamanında ödemişim. Şimdi kimin adına bu pankartı taşıyorum?’ diye yaptığım bu eylemi sorguladım ve yavaşça pankartı bıraktım ve oradan ayrıldım. Anladım ki, bir gurup profesyonel siyasetçi kendi çıkarlarını korumak için bizleri kullanıyor…”
Siyaset kültürü, ne yazık ki, yalan, aldatma üzerine inşa edilmiş. Bunu değiştirme iddiasında olanlar da, iktidara geldiklerinde o iştah çekici şurubu önlerinde görünce dayanamadılar ve ağızlarını daldırdılar veya hortumlarını salıverdiler. Tıpkı, ırmağın suyu ile sınanan Talut ordusu gibi…
Sadece bireysel haramlar işlenmedi. Kurdukları hayır kurumlarına da o hortumları döşediler. Kamu imkanlarıyla hayır/hasenat yapacaklarını zannettiler. Onların temellerine de haramı bulaştırdılar. Milyonlarca insanın hak ve hukuklarını haksızca iktisap etmeye başladılar.
Ondan sonra ne mi oldu?
Yıllardır yaşamakta olduğumuz bu badirelerin/musibetlerin/alt-üst olma hallerinin temel sebebinin bu haram iktisaplar olduğu kanaati ve inancındayım. Haramın bulaştığı bir yerin iflah olma imkanı yoktur. Haram, iğfal, ifsat edicidir; bulaşıcıdır; bağımlılık oluşturucudur. Ocaklara giren haramlar, aile yapısını tahrif ve tahrip etti. Haramla beslenen nesil yozlaştı; kimliğini kaybetti.
En önemli çıktısını söyleyeyim; çoğu dindarın bileceği bir husustur; haram iktisaplar duaların kabulünü güçleştirir. Eskiden zorunlu nedenlerle kamu imkanlarından mahrum kalan sözkonusu kesimin duaları bir karşılık buluyordu ve rahmet iklimi hasıl ediyordu; güzel ve hayırlı çalışmaların oluşmasına kaynaklık ediyordu. Korkarım ki, bu toplumun büyük çoğunluğunun duaları bile bugün karşılıksız kalmaktadır.
Her gün sosyal medya mecralarında onlarca yolsuzluk hikayesi duyuyoruz. Toplumun ne kadar çok kirlendiği artık kör göze parmak misali aşikar oldu. Yeniden arınma; helalleşme süreci oluşturmadan; bu ülkeyi dört başı mamur bir şekilde kişi hak ve hukuklarının korunduğu bir hukuk devleti haline getirmedikçe, toplumun felah bulması mümkün değildir. Dün başka şeylerle aldatılıyordu toplum; bugün de din, iman, vatan, bayrakla…
Yeter artık; aldanmayalım; aldatmayalım.
Dindarlık anlamında da sahih bir dönüş niyeti olan varsa şu ayetin üzerinde tefekkür etsinler;
Nisa ﴾136﴿:“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.”
Yani, “Ey iman edenler, iman ediniz” (İmanınızı yenileyiniz; her türlü haramdan; kötülükten; şeytani arzu ve isteklerden; cahiliye kalıntılarından arındırınız)…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept