MÜSLÜMANLARIN AHLAK KRİZİ

by Fahrettin Dağlı
Bu toplumun ve daha özelde bugün Müslümanların en büyük, en önemli problemi nedir sualine verilecek birinci cevap herhalde ahlak krizidir. Okuma yazması olan herkesin inandığı dinin peygamberini tanıma ve bilme mükellefiyeti vardır. Onun ahlakı Kur’an ahlakıydı. Dolayısıyla Müslümanlık iddiasında bulunanların gerek kendilerinin ve gerekse toplumun ahlak anlayışını Peygamberin ahlakı ile kıyaslama imkanı var.
Yıllar önce İslami kesimde ölen bir gazetecinin arkasından yine bir gazeteci olan arkadaşı onu şöyle methediyordu: “Allah rahmet eylesin abimize. O bizim adımıza da küfrediyordu.” Bunu duyunca şok oldum. Bunu diyen sıradan birisi değil; o kesimde yayınlanan en büyük gazetenin yazı işleri müdürü ve yazarı. İslamcı mahallenin kalemşorlerinden. Evet, dediği aynen bu. Şimdi gelin bunu nasıl yorumlarsınız? Hz. Peygamberin ahlak anlayışı ile nasıl telif edersiniz? Bunu hangi ahlaki anlayışa sığdırabilirsiniz? Başkasına galiz küfürler eden birisini sırf bu özelliğinden dolayı rahmetle anmak nasıl bir haleti ruhiye? İşte Müslümanların ahlaki tefessühünü en iyi resmeden bir cümleydi bu. O günden bu yana bu anlayışı sergileyen binlerce örneğe şahitlik ettim. O gün de, bugün de Müslümanların birinci sıraya yerleştirecekleri problem, yaşadıkları ahlak krizidir. Gittikçe kronikleşiyor; kangrenleşiyor.
İnsanlığın var oluşu ile birlikte insanların uydukları ahlaki erdemler var olmuştur. Modern ahlak teorisyenleri, “doğruluk, dürüstlük, sadakat, saygı, hırsızlık yapmama, yalan söylememe v.s.” gibi ahlaki erdemler için “bunlar kölelerin erdemleridir”; Özgür insanların erdemi ise, zulme ve haksızlıklara karşı çıkmak; Kendisi mağdur olacaksa bile zulme karşı dik durmaktır.” diye bir ayırım yapmışlardır.
Dini metinlerde ise böyle bir ayırım da yapılmamıştır. Daha şümullü bir perspektif sözkonusudur. Ahlak/erdem/fazilet bir bütün olarak insanoğlunun manevi şahsiyetinin inşa edilmesi ve tekamülü için temel harç olarak görülmüştür. Gerek mikro (doğruluk, dürüstlük, sadakat, saygı, hırsızlık yapmama, yalan söylememe gibi) ve gerekse makro plandaki (Zulme ve haksızlığa karşı durma; adaleti savunma gibi) muamelatta uyacakları temel ahlak yasaları tadat edilmişti. Peygamber de bu yasaları örneklemiştir; temsili olarak uygulamıştır.
Hz. Peygamber, “Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı, ahlâkı en iyi olanıdır.” diye ifade buyurmuştur.
Bu duruma göre ahlâkî açıdan mükemmel bir anlayış ve davranışa sahip olmayan kişi iman açısından da kemâle ermiş olamaz.
Malum, Hz. Muhammed (sav) yaşayan bir Kur’an idi. Ahlakın en mükemmeli onun şahsında ete kemiğe büründü. Dolayısıyla her Müslümanlık iddiasında bulunanın, Onun temsili hayatını kendisine yol kılavuzu edinmesi beklenir.
Bu yazıda kısaca bugün kamuoyu önünde görünür Müslümanların ahlaki anlayışlarını ve pratiğini Hz. Peygamber ahlakı açısından sorgulamaya çalışacağım.
Son birkaç senedir sosyal medya üzerinde yapılan paylaşımları, yazılanları ve sarf edilen beyanları gördükçe toplum olarak ahlaki açıdan nasıl bir tefessühe uğradığımızı dehşetle ve üzüntü ile izliyorum. Müslümanlık davası iddiasında bulunan bazı insanların, İslami mensubiyetleriyle örtüşmeyen hal, hareket; tutum ve davranışlarına şahitlik etmekteyiz. Yazdıklarına, ifade ettiklerine, paylaştıklarına baktıkça onların adına ben mahcubiyet duyuyorum; hayret ediyorum; endişe ediyorum…
Müslüman kişi nasıl bu kadar çirkin kelimelerle cümleler kurabilirler?
Nasıl bu kadar kendilerine duyulan güveni/eminliği yıkabilirler?
Müslüman’a duyulan güvenin, onun şahsında temsile dönüşen inancın büyük bir değer ve dine hizmet olduğunu nasıl ihmal edebilirler?
Nasıl bu kadar düzmece haber ve fotomontaj resim paylaşarak dezenformasyon yapabilirler?
Nasıl bu kadar yalan söyleyebilirler?
Nasıl bu kadar insanlara iftira atıp; tekfir edebilirler?
Nasıl bu kadar asparagas haberlere itibar edip şahsiyet katli yapabilirler?
Kendilerine intikal eden haberlerin sıhhatini ölçmeden, kul haklarına girebileceği hesabı yapmadan nasıl bu kadar cesurca(!) paylaşabilirler?
İdarenin onca yanlışına ses çıkarmayıp; onlara hakkı ve adaleti hatırlatanları da nasıl hain; işbirlikçi diye lanse edip itibar suikastı yapabilirler?
Finansa ettikleri medyanın nasıl bir toplumsal tahribata yol açtığını; ahlaki tefessühe sebep olduğunu nasıl görmezler, düşünmezler, akletmezler?
Ekonomik hâsılanın toplumun belli şahıs ve gurupları arasında dolaşan bir meta olduğunu; kimsesizlerin, zayıfların, çaresizlerin hak ve hukuklarının bir azınlık tarafından nasıl gasp edildiğini görmezler? Kul haklarının yaygın bir şekilde birbirine geçtiğini niçin mevzubahis etmezler?
Müslümanların sorumluluğunun hakkı ve hukuku gözetmek olduğunu; hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyerek hakkı ve adaleti savunması gerektiği gerçeğini niçin kulak ardı ederler?
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ifadesini niçin hatırlamazlar?
“Eğer haktan, hukuktan ayrılırsan seni zor kullanarak hak ve hukuk yoluna çeviririz” diyen o diri topluluğun dininden niye saparlar?
İnsanların ve kainattaki diğer tüm varlıkların hak ve hukuk sahibi olduğunu; bunların hepsinin korunması gerektiğini; yani, denge-denetim mekanizmalarının dinamik bir şekilde çalışmasının sağlanmasını niye kendilerine dert edinmezler?
Daha uzatayım mı? Akıl sahiplerine bu kadar yeter herhalde!..
Bugün bu toplumun en büyük krizi ahlakidir. Dolayısıyla toplumsal olarak ahlaki bir inkılap gerçekleştirmeden felah bulma imkanı zordur. Umut, en koyu karanlığın içinde belirir. Benim de azığım, umudum budur. İnşallah en yakın zamanda!..

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept