ADALET MÜLKÜN TEMELİ, ZULÜM İSE MÜLKÜN TAHRİBİDİR

by Fahrettin Dağlı
Yıllardır adalet ve karşıtı olan zulüm konusunda yazıyorum. Bu süre zarfında edindiğim izlenim ve tecrübe şu; “Aklı başında olan herkes adaleti savunur / savunuyor. Yine aklı başında hiç kimse zulme taraf olmaz / olmuyor.” En azından dillerimiz böyle terennüm ediyor. Belki gönüllerimizde de bu anlamda bir çatallaşma var. İşte en yaman sınav burada başlıyor. Fıtri adalet hissi ile nefsi eğilim burada çatışıyor. Yeryüzü yaşamının en çetin sınavı… Fıtrattaki istek, arzu ve iştahların sınırlandırılması, makule çekilmesi, itidal noktasına taşınması ile ilgili mücadele burada başlıyor. Nefis, kendine yontulmayı, daha çok almayı, biriktirmeyi istiyor. İrade ise, nefsin isteklerini itidale, adalete çekmeye çalışıyor; “Hakkın şuraya kadar, ötesi başkalarının hakkı; sınırı zorlama ve tecavüz etme; Haddini, hududunu bil, Vicdanının sesine kulak ver!..”
Bu çatışma hali, bazen adaletin ve bazen de zulmün galibiyeti ile neticelenir. Kutsal metinler ve tarih kitapları insanoğlunun bu çatışmalarını, kavgalarını bize nakleder. Habil ve Kabil ile başlayan bu kavganın tarihi, halen cemiyet hayatının en önemli sorun alanı olarak devam ediyor.
Gönderilen Peygamberlerin getirdikleri mesaj, kendilerinden önce gelen Peygamberlerin vaaz ettikleri adalet ile ilgili mevzuların güncelleştirilmesidir. Sevgili Peygamberimizle bu güncellenme son şeklini almış ve tamamlanmıştır. İnsanoğlunun kemal derecesinde gelişme kaydettiği bu ahir zaman asrında birey ve cemiyetin ihtiyacı olan her şey mikro veya makro planda bildirilmiş ve pratize edilmiştir. Bundan sonraki Peygambersiz çağlarda/ahir zamanda ise, insanoğlunun karşı karşıya geleceği yeni problemleri, yine vahyin ışığında ve son Peygamberin pratiğinden çıkarılacak ölçü ve disiplinleri bugüne kadar insanoğlunun ürettiği bilgi ve tecrübeyle birleştirerek yeni bir anlayış ve sistem geliştirmek bu neslin önünde duran en önemli görev olması icab eder. Bunu yapacak olanlar bu yeniçağın inşa edicileri olarak tarihe geçecekler. Zaten insanoğlunun bu dünyadaki mücadelesi; hakikati, daha iyiyi, daha güzeli arama bulma mücadelesidir. Kendimizi tarihin herhangi bir kesitine hapsederek statik bir konuma mahkum edemeyiz. Her zaman, her an kendini yenileyen, zamanın icaplarına göre kendini güncelleyen bir anlayışla yüzyılımızın insanına müjdeli bir gelecek sunabiliriz.
Çağdaşımız olan dışımızdakilerin ürettiği bilgi ve deneyimi hiçbir komplekse kapılmadan elekten geçirip, üstte kalan değerleri işleyip insani değerlerin hakim olduğu medeniyetin ufkunda yeni bir güneşin doğmasının öncüleri olabiliriz. Bu döngüyü döndürmek zor değil, ama çelikten bir irade gerektiriyor; yılmayacak, yıkılmayacak ve yorulmayacak…
Allah, Kur’an’daki ayetlerde sık sık kozmik âleme gönderme yapar, dikkatleri oraya yoğunlaştırır. Elbette buradaki amaç bizlerin kozmoloji bilgisini artırmak değil; yeryüzü ile ilişkilendirerek bilinci yükseltmektir. Kozmik âlemin yörüngelerinde yüzen milyarlarca gezegenin milyonlarca senedir nasıl bir düzen ve nizam içerisinde hareket ettiklerine dikkatlerimizi yoğunlaştırıyor. Ve Allahüalem bize ihsas ettiği ise, “eğer irade ederseniz, kozmik âlemin yeryüzüne iz düşümünü, yönetim prensip ve ilkeleriyle kayıtlarsanız yeryüzü yönetimi de tıpkı gökteki gibi kusursuz işleyecektir…” Kâinat bir denge üzerinde durmaktadır. Eskiler dünya bir öküzün boynuzları üzerindedir derlermiş. Büyük bir ihtimalle bu bir metafordur. Yani, “dünya/kainat” öyle hassas bir denge üzerinde ki, adeta öküzün boynuzları üzerindeymiş gibi… Gezegenler, yıldızlar, galaksiler ve bütün bir evren o denge sayesinde düzenli hareket etmektedir. Veya bir başka benzetmeyle atom çekirdeğiyle elektron arasındaki bağ ve hareket şekli gibidir. Eğer atomun bu dengesi bozulacak olursa füzyon oluşur. Bu durumda madde çöker ve kimliğini kaybeder.
Kainatı yaratan gücün sahibi her şeyi ama istisnasız her şeyi bir denge (adalet) ile yaratmıştır. Bu dengeye en ufak bir müdahale beraberinde yıkıntı, kaos/kargaşa getirir.
Yeryüzü idaresini kozmik âlemden mülhem bir anlayışla sistemleştirmek, bir otomasyona bağlamak zor değil. Önemli olan, akıl ve düşünce planında bu söz konusu uyumlu ve dengeli sistemi nasıl inşa edebilirizin ufkuna erebilmektir. Hikmet pencerelerini açık tutmaktır. Sağlam, sahih ve güçlü bir iradeyle niyetlenmektir. Ve bu niyete uygun bir eylemlilik süreci planlamak ve başlatmaktır.
Eski klasik anlayış üzerinden hareketle bugünkü modern dünyanın karmaşık insan ve toplum ilişkilerini düzenlememiz, tanzim etmemiz mümkün değil.
O halde nasıl bir yol takip edilmeli?
Milyonlarca yıllık insanlık birikimi önümüzde büyük bir miras ve hazine olarak duruyor. Biz insanoğluna düşen ise, soframızdaki bu zengin hazineyi bugünün insanlığının problemlerine cevap üretecek ve yeryüzü adaletini kâmil anlamda inşa edecek bir reçete, bir yol haritası çıkartmaktır. Artık bundan sonra Peygamber ve vahiy gelmeyeceğine göre yeryüzünün halifeleri olan insanoğlu, tamamlanmış kitabın gösterdiği yolda, hikmetin ışığında, Allah’ın insanoğluna en büyük ikramlarından biri olan akılları seferber ederek âlemdeki tüm varlıkların ihtiyaçlarını karşılayacak bir denge-denetim mekanizmasını sistemleştirmek ve çalıştırmaktır. Hak ve hukukların birbirine geçmeyeceği bir dinamik sistemi inşa etmektir.
Herkesin hak ve hukuklarının sınırlarını bildiği; kimsenin kimseye zor ve cebir dayatmadığı; hak ettiğine razı olduğu ve bu denge-denetim bağlamında sistemin işleyişinin ihtiyaç temelli kurallara bağlandığı bir sitemi inşa etmek… Kurallara, prensiplere uymayanları zamanında uyaran ve makul daireye sokan bir döngü mekanizması. Bu döngünün hilafına hareket edenlere karşı belirlenmiş ölçü ve kurallar otomatik harekete geçecek ve onları yine bulunmaları gereken yere yerleştirecektir. Zaten adaletin kelime anlamı da budur; Her şeyi olması gereken yere koymaktır. Bir şeyi olması gereken yerden alırsanız ona zulmetmiş olursunuz. Bu anlamda eko sistemin de bir adaleti vardır. Eko sistemin doğal dengesini (yani adaletini) bozarsanız eko sisteme zulmetmiş olursunuz. Buna ekolojik denge diyoruz. Yani, tabiat âleminin adaleti…
Adalet sözkonusu olduğunda Kur’an da en çok rikkatime dokunan ayet Hadid Suresinin 25. Ayetidir;
“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Kendisinde müthiş bir güç ve insanlar için birçok faydalar bulunan demiri yarattık (ki insanlar ondan yararlansınlar)…”
Bu ayette üç temel kavram var; Kitap, mizan (ölçü) ve demir.
Allah, kitabında adaleti sadece ‘yönetimde adalet’ olarak ele almıyor. Aynı zamanda muhakeme etmede/yargılamada itidal ve insanlar arasındaki ilişkilerde dengeyi gözetmemizi istiyor, murat ediyor. Kitap, uyulması gereken değerler ve ilkeler; Mizan/terazi ise o ilkeleri uygulayacak ölçülü ve dengeli yargılamaya tekabül eder. Demir ise, adalet uygulayıcılarına yönelik her türlü tehdit ve zorbalığı bertaraf edecek, adaleti ihlal eden faillere yaptırım uygulayacak olan adaletin elindeki güce/ekonomiye/sanayiye tekabül eder. Bu gücü yöneten kurum da devlettir. Güç ve kuvvet bir iktidarın meşruiyetinin ölçüsü değildir. Güç, adaletin emrinde olursa bir kıymettir/değerdir. Eğer aksi varit ise, orada hakkın iktidarından değil de gücün iktidarından söz edilebilir. İktidarını güce borçlu olan her iktidar zulüm üretir.
Allah, Peygamberlerine ve dahi Onun takipçilerine sadece ‘adaletle hükmedin’ diye emir buyurmuyor; bununla birlikte adaleti nasıl inşa edeceklerini ve bu mücadelenin önüne çıkacak engelleri nasıl bertaraf etmeleri gerektiğini de bildiriyor. Hadid Suresine ismini veren 25. Ayetteki “Demir”, gücü ve kudreti temsil ediyor; Allah, bu ayetteki mesajla bizlere şunu ihsas ediyor; “Yeryüzü bir adalet mücadelesi alanıdır ve olmazsa olmaz olan yegane şey, mutlak anlamda adaletin inşasıdır. Bu mücadelenin önüne çıkacak engelleri de ekonomik ve sınai gücünüzle bertaraf edeceksiniz.
Zaten, “fethin” anlamı da bu değil mi?
Fethin nihai amacı, toprak zaptı ve başka topluluklar üzerinde tahakküm kurmak değilse nedir?
Evet, fethin nihai amacı insanların özgür akılları ile baş başa kalmalarını ve hakikati arama mücadelelerinin önündeki engelleri kaldırıp, inanmak veya inanmamak iradesinin baskısız ve tam bir hürriyet iklimi içerisinde tecellisini hedefler. İslam, hiçbir kimseyi iman etmeye zorlamadığına göre burada asıl olan insanın hür iradesinin tecelli edeceği bir sosyal-kültürel iklim oluşturmaktır. Bu da herkesin hak ve hukuklarının garanti altına alındığı bir siyasal sistemle mümkündür. Allah, zulüm ile hükmetmeyi yasaklıyor ve “Hükmederken adaletle hükmedin!” (4:58) diyor.
Yeryüzü mülkünün ayakta kalması “Adalet” ile mümkündür. Onun için de Hz. Ömer, “Adalet mülkün temeli, zulüm ise mülkün izalesi ve tahribidir.” diyor. Ümran/gelişme/büyüme/refah ve mutluluk ancak adaletle kaimdir. Tersinden de söylenecek olan da şudur; “Devletler küfürle değil, zulümle yıkılır”

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept