Bir önceki yazımda Türkiye’nin çok partili siyasete geçişiyle ilgili serencamını yazmıştım. Ne kadar ciddiyetsiz, temelsiz, muhtevasız, kültürsüz bir şekilde yola revan olunduğunu ifade etmiştim. Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesinin nasıl da bugüne kadar süren kavgalı, gürültülü, yer yer kanlı bir sürece yol açtığını örnekler üzerinden izah etmeye çalışmıştım.
Demokrasilerin teminatı partiler ve onların eşit ve özgürce yarışmalarının şartlarını oluşturmak yerine batıda var bizde de olsun, âdet yerini bulsun denilerek CHP’nin yanında bir siyasal partinin kurulmasına müsaade edilmiş ve sonradan bu partinin toplumsal muhalefetin toplandığı merkez haline geldiği fark edildiğinde de sudan bahanelerle kapatılmışlardır. Çağlayanın önüne geçilemeyeceği anlaşıldığında yine CHP’nin içinden çıkan bir kadroya parti kurma (DP) imkanı verilmiştir. Bir süre sonra rejim sarsılıyor denilerek onu da kanlı darbeyle tasfiye etmişlerdir.
Anlaşıldığı gibi bizim çok partili siyasi serüvenimiz kan davası üzerine sürdürüldü. 1960 darbesinden sonra her gelen yeni iktidar kendisinden sonra gelecek ve rövanş alacak halefini hazırladı.
Bu serüvende CHP hep rejimin eli kırbaçlı bekçiliği misyonunu ifa etti. Bütün korku ve endişeleri de ülkenin tekrar dini akımların etki alanına girmesi, kendi deyimleriyle “irticanın hortlaması”, rejimin ayakta duramamasıydı. Önceki yazımda da belirttiğim gibi Atatürk’ün silah arkadaşlarının kurduğu parti bile tüzüğünde bulunan “dini değerlere saygılıdır” ibaresi istismara müsait olabileceği gerekçesiyle kapatılmıştır.
Peki, bütün bunlar ülkedeki dini akımların etkisini azalttı mı? Yoksa baskılar, yasaklamalar sayesinde bu akımlar daha da mı güçlendi?
İkincisi, bu nasıl bir demokratik rejim ki, toplumun bir kesiminin kendilerini siyaseten ifade etme özgürlüğünü yasaklıyor? Bu yöntemin sonuç vermediği onlarca defa tecrübe edilmesine rağmen yine ısrarla ve inatla sürdürüldü.
1960’tan sonra gelişen ideolojik hareketlere paralel olarak dini toplulukların içinden de siyasi mücadeleye yönelenler oldu. Milli Nizam Partisiyle başlayan partileşme, MSP, RP, FP ile devam etti ve hepsi de hemen hemen aynı gerekçelerle kapatıldı. Sonunda ideolojik temeller üzerinden kendilerine siyaset yapma imkanı verilmediğini gören bir ekip dünya güç dengelerini de arkalarına alarak, eski söylemlerinden geçerek “muhafazakar demokrasi”yi savunduklarını ifade etmek suretiyle kendilerini rejim nezdinde akredite ederek bugünkü AKP’yi kurdular.
Peki sonucu ne oldu? Sahici olanı def edip yerine hormonlu olanı ikame etmekle muradınıza erdiniz mi?
Bugüne gelmeden önce şunu da kısaca belirteyim. Rejimin partisi CHP, Cumhuriyetin kurucu partisi diye kutsanarak bugüne kadar var oldu. Rakipleri ise, ya yasal kılıfa sokulan gerekçelerle kapatıldılar veya farklı yöntemlerle tasfiye edildiler, etkisizleştirildiler.
AKP, önü kapatılan bir barajın bendini aşarak gelen bir sel gibi ilerledi. Ancak kendisinden öncekilerin siyaset ahlakı ve kültürünü aynen tevarüs ederek iktidar oldu. O vakit devlet yönetme tecrübelerinin kifayetsizliği bir yana yaşamlarında, muamelatlarında İslami ahlaktan çok az numune kaldığını hayret ve üzüntüyle gördük. Önceki İstanbul BŞ Belediyesinde İSKİ lağım borularının patlamasından sonra temiz yönetim adına Tayyip Erdoğan’a yönelen halk, 28 Şubat zulmü ve üçlü ittifakın (DSP-MHP-ANAP) yolsuzluklarla malul olması ve başbakanlık koltuğuna oturmakta olan merhum Ecevit’in yaşlılıktan kaynaklanan aciz hali sebebiyle genç, karizmatik ve iktidar tarafından mağdur edilmiş bir Erdoğan’a bu sefer genel yönetimin kapısını araladı. Bunların hiçbirisi tesadüf değil, çoklu şartların bir araya gelmesiyle tecelli etti.
Asıl burada mevzu edeceğim husus, Türkiye siyasetinin uzun yıllardır merkez sağı temsil eden partiler (DP, AP, ANAP, AKP) ile CHP arasında sıkışmış ve kronik bir hastalıkla malul hale gelmiş olmasıdır.
Türkiye siyaseti adeta bu kısır döngüye hapsedilmiş durumdadır. AKP bu durumun farkında olduğu için bir zamanlar Demirel’in dediği gibi muhafazakar mahallede bir başkasının konut inşa etmesine müsaade etmemiştir. Yirmi yıldır klişe slogan olarak “ya biz ya da CHP ” , “Ya Binali ya da Sisi ” gibi ifadeler kullanıldı. Yoğun medya propagandasıyla da bunu mahalle sakinlerine empoze edebildiler.
Erdoğan Cumhurbaşkanlığına taşınınca Ahmet Davutoğlu’nu başbakanlığa getirerek en azından kısmi bir kan değişimi sağladığı gibi bu atama kamuoyu etkisiyle halkta da bir karşılık buldu. %40’lara inmiş bulunan AKP oyları %50’nin üstüne çıktı.
Erdoğan bu stratejiyle siyaseti önemli derecede manipüle etmeyi başardı. Muhafazakar mahalleyi kendilerinin temsil ettiğine halkı ikna ederek, AKP ile CHP arasındaki yarışın kendi lehine sonuçlanmasını sağladı. Yıllardır CHP’ye mesafeli olan muhafazakar kesimin ne olursa olsun CHP’ye gitmeyeceğini bildiği için de son üç Cumhurbaşkanlığı seçimini AKP-CHP çekişmesine döndürdü. Bu kadar ağır ekonomik yüke rağmen muhafazakar kesim yine sandığa gidip CHP’ye karşı AKP’ye oy vermek zorunda kaldı.
Daha önceki seçimlerde olduğu gibi özellikle son Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir yandan CHP’ye, diğer yandan mahallenin mecliste bulunan parti liderlerine mektup göndererek, bu seçimlerin kaybedilmemesi adına yumuşak bir geçiş için seçmenin %60-70’nı oluşturan muhafazakar kesimden ortak bir adayın belirlenmesini önermiştim. Öyle ya, demokrasiler çoğunluğun iradesinin belirleyici olduğu rejimler olduğuna göre CHP’nin %25’ı değil, muhafazakar kesimin en az %50’sinin belirleyici pozisyonunda olması beklenir. Ne yazık ki, bu dengeler gözetilmediği için seçimler kaybedildi.
Şimdi de daha normal seçimlere üç yıl kalmışken CHP yine bugünden aday belirleyerek kendileri dışında bir adayın çıkmasını şimdiden bloke etmiş oldu. Ve aynı zamanda kavganın fitilini de ateşlemiş oldu. Görünen o ki, yine yanlış ata oynuyorlar ve Erdoğan’ın stratejisine uygun hareket ediyorlar. Şimdiden söyleyeyim, kimseye umutsuzluk telkin etmeye niyetim yok ama görünen köy de kılavuz istemiyor. AKP-CHP arasında sıkışan siyaset bu sefer siyasetin iflasıyla sonuçlanacak gibi. Bunun ülke ve toplum açısından sonuçlarının çok ağır olacağı izahtan varestedir. Allah muhafaza…
1 yorum
CHP bu kafada giderse AKP daha iktidarda çok kalır
CHP’nin koltuk değneği kullanmadan kendi özündeki eski bilinçle beslense ,hiç çabalamadan kazanacağı bir durum kendiliğinden gelebilir/ oluşabilir..