Hainlerden Taraf Olma!

by Fahrettin Dağlı

Sizce bu emir kim tarafından kime yöneltiliyor?

Mutlaka bilenler olmuştur. Evet, bu hitap Allah tarafından Peygamberi Muhammed Mustafa’ya (sav) yöneltiliyor.

Allah, Peygamberini Nisa Suresindeki 105. Ayette, “İnsanlar arasında Allah’ın sana gösterdiğine göre hükmedesin diye hakkı içeren kitabı sana indirdik; hainlerden taraf olma!” diye emrederek uyarıyor.

İnsani irkilten bir uyarı değil mi? Hâşâ Hz. Peygamber hangi haine arka çıktı da Allah Onu bu derece sert bir ifadeyle uyardı?

Hz. Peygamber elbette bile bile bir hainin arkasında durmadı. Ancak Onu da insan olma vasfı sebebiyle yanıltmak mümkündü. Nitekim bu uyarıya sebep olan hadise tam da böyle bir şey.

Peygamberi diğer insanlardan ayıran en önemli özellik, Allah’tan vahiy alıyor olması ve yanlış, hatalı bir ifadede veya eylemde bulunduğu zaman hemen Allah tarafından uyarılıp tashih edilmesidir. Çünkü o numune insandır. Onun için de yanlıştan ve hatadan uzak bulunması gerekir.

Daha önce de bu ayetin inmesine vesile olan olayı zikretmiştim. Şimdi de kısa bir özetle hatırlayalım:

Medine’ye hicretten sonra yapılan bir sözleşmeyle Hz. Peygamber orada mukim olan müslim ve gayri müslimlerin bütün ihtilaflarında başvurulacak hakem olarak kabul edilmişti. Bu anlamda İslam tarihindeki ilk mahkemenin ilk hâkimi olduğu söylenebilir.

İlk zamanlar Medine’de müslümanlar azınlıktaydı ve önemli bir kısmı imani bakımdan olgunlaşmış değildi. Sadece bir lider olarak Hz. Peygambere tabi olmalarına ilaveten ahlaki bir terakki gerçekleştirmiş değillerdi.

İşte böyle bir toplumda Müslümanlık iddiasında bulunan bir kişi bir başka müslümanın evinden un çuvalına gizlenmiş zırhı çalmıştı. Sabah ev sahibinin un izlerini takip ederek kendi evine doğru ilerlediğini gören hırsız hemen zırhı götürüp komşusu bir yahudiye emanet etti. Eski Arap geleneğinde insanlar bir süreliğine evlerinden ayrıldıklarında kıymetli eşyalarını komşularına emanet bırakırlardı. Hırsız da bu şekilde davrandı. Zırhın sahibi gelince de yahudi komşunun hırsız olabileceği yalanını söyledi. Zırh yahudinin evinden çıkınca komşular arasında nizalaşma başladı ve mevzu Hz. Peygamberin hakemliğine kadar gitti.

Davanın görüşüleceği günün gecesinde bir araya gelen hırsız ve yakınları ertesi gün Hz. Peygamberin karşısına nasıl bir senaryoyla çıkacaklarını kurguladılar ve “herhalde Muhammed bizi bir yahudiye değiştirecek değil” kanaatine vardılar. Masum Yahudi ise, benzer bir düşünceyle, “herhalde Muhammed beni değil kendi dindaşlarını koruyacaktır.” diye düşündü. İki taraf da bu psikolojiyle mahkemeye gelmişlerdi. Müslümanlık iddiasındaki hırsız ve avanesi akşam kurdukları ustaca kurguyu seslendirdiler ve yeterli sayıda şahitle de güçlendirdiler.

Yahudinin hiçbir şahidi ve dayanağı yoktu. Hz. Peygamber de bazı sebeplerle hırsızı haklı bulmuş olacak ki onun lehine karar vereceği sırada hemen Allah’tan on ayet birden inerek, yanlışı tashih etti. Hz. Peygamber müslümanlar hakkında duyduğu hüsnüniyet yanında hırsız ve yakınlarının güçlü bir kurgu yapmış olmaları ve ‘Benim din kardeşlerim herhalde bana yalan söylemez’ gibi bir hissiyata sahip olması sebebiyle bu yanılgıya düşmüş olmalıydı. Elbette o da bir insandı, kararlarını, kendine sunulan nesnel kanıtlar ve tanık ifadeleriyle verebilirdi. Nitekim bu olayda vahiy devreye girerek, Kur’an’da Hz. Peygambere en sert uyarının gelmesine vesile oldu: “Hainlerden taraf olma!”.

Ve bu ayetin hemen arkasından, “Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir.” denilerek, bu yanlış düşünceden dolayı Hz. Peygamber mağfiret dilemeye davet edilmiş yani Peygamberin hüsnü zannının fevkalade yanlış olduğu ihsas edilmiştir. Bu düşünceyi biraz açalım:

Hz. Peygamberin müslümanların davranışlarıyla ilgili hüsnü zannının yanlış olduğu, her kim tarafından olursa olsun yalan ve yanıltıcı beyanlara itibar edilerek verilecek yanlış bir kararın hakikate ihanet olacağı, bundan mütevellit kişi ve topluluk hak ve hukuklarının çiğneneceği ihsas edilmektedir. Malum, bugünkü meri hukukta da “ihmalin ağırı ihanet” sayılıyor. Allah, aynı Surenin 107. Ayetiyle de bu hususu dile getiriyor: “Kendilerine hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah, hainlik edenleri, günahta ısrarcı olanları sevmez.”

Allah’tan ikaz alan Hz. Peygamber de arkadaşlarına şu uyarıda bulunuyor:

“Sizler bana yargılanmak üzere geliyorsunuz. Belki sizin biriniz, delilini getirmekte diğerinizden daha becerikli olabilir ve meramını daha ustaca anlatabilir. Ben de dinlediğime inanarak o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir parça ayırmış olurum.”

Mahkemenin neticesinde bir bakıma Allah tarafından oluşturulan karar taraflara iletilince ne oldu dersiniz?

Müslümanlık iddiasındaki hırsız, “bir yahudiyi bir müslümana tercih eden din olmaz olsun” deyip Mekke’ye kaçarak oradaki müşriklere sığınmış ve orada da hırsızlık yapınca öldürülmüştü. Yine bir rivayete göre, Hz. Peygamberden lehine bir karar beklemeyen yahudi, verilen karar karşısında iman etmişti.

Yaşanmış bu olaydan bugün kendi adımıza ne sonuç çıkarabiliriz?

Önce şu gerçeği teslim edelim: Kur’an’ın 10 ayeti (Nisa:105-115) sırf bir yahudinin hukukunu korumak için inmiştir. Biz müslümanlar farkında olarak veya olmayarak bugün bu on ayeti namazlarımızda kıraat ediyoruz.

Tefekkürümüzü biraz derinleştirelim: Kaçımız bırakınız gayrimüslimleri, müslüman olup da ırkımızdan, meşrebimizden, partimizden, cemaatimizden, mezhebimizden, tarikatımızdan olmayanların hukuku sözkonusu olduğunda dahi onların ırki ve dini mensubiyetlerini bir tarafa bırakıp sadece kişi ve topluluk hukuklarını gözeterek haklıyı haksızı veya doğru söyleyenle, yanlış beyanda bulunanı ayırt etmeye dikkat ediyoruz? Saf adalet üzere bir hüküm vermek için samimi bir şekilde gayret ediyoruz? Yoksa avam tabiriyle, “bizden olsun çamurdan olsun” mantığıyla hukuka değil mensubiyetlere göre mi karar veriyoruz? Bu mevzuda kendimizi temize çıkartmadan önce meseleyi vicdanımıza götürelim. Çünkü ön yargısız olarak vicdana yapılan müracaatlar geri çevrilmez ve kişiyi yanıltmaz. Bir darb-ı meseldir: Bir mevzuyu uzmanlarıyla istişare ettikten sonra son kararı vicdan müftünüze götürün, o sizi yanıltmaz.”

Müslümanların bugüne dair en temel problemi budur dersek mübalağa etmiş olmayız herhalde. Kur’an’da Hz. Peygambere en sert uyarı buradan gelmişse kendilerine vahiy inmeyen bizler kılı kırk yardıktan sonra hüküm cümleleri kurmaya cesaret edebilmeliyiz.

Unutmayalım, bu dünya fani, bu dünyanın da öte dünyanın da yanılmaz, yanıltılamaz hakiminin huzurunda takvamız hariç bu dünyaya dair mensubiyetlerimiz bir işe yaramayacağı gibi bu mensubiyetler adına üstlendiğimiz yalan, yanlış beyan ve işlerden dolayı da sorguya çekileceğiz. O mahkemede kendileri adına haktan hukuktan uzaklaştığımız kişi ve toplulukların bize bir şefaati, tanıklığı olmayacaktır. Hepimiz hesabımızı buna göre yapalım…

Bu vesileyle dostlarımın Miraç Kandilini kutluyorum. Her müminin kendi miracını yaşayarak hakikate vasıl olmasını diliyorum.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept