MÜSLÜMANLAR VE DEMOKRASİ

by Fahrettin Dağlı

‘İslam ile Demokrasi’ kavramlarını yan yana getirmek, karşılaştırma ve kıyasta bulunmak abesle iştigaldir. Birisi Allah’ın dini, diğeri ise beşerin uzun mücadelelerden sonra eriştikleri bir ‘siyasal yönetim modeli!…

Ancak bu gerçekliğe rağmen bu kıyası yapanlar olmuş ve olacak. Bu yazıda da aynı yanlış üzerinden tekrarlar yapacak değilim. ‘Din olarak İslam’dan ziyade Müslüman siyasetçilerin demokrasi mevzusu ile ilgili tartışmalarda sözkonusu olan bazı tenakuzlarını, çelişkilerini ifade etmeye çalışacağım.

Bugünün dünyasına, işleyen, sürdürebilirliği olan bir siyasal rejim geliştiremeyen Müslüman siyasetçileredir sözüm…

Siz gerçekten dünya milletlerine imrendiren bir örnek siyasal model geliştirdiniz de insanlık mı hayır dedi size?

Bir şeyin karşıtlığını yaparken ‘biz ne yaptık’ sorusuna kendimizi muhatap kılmamız mevzunun adaleti için önemlidir.

Tenkit ettiğimizin yanlışlarını, eksiklerini gideren, tashih eden ve bu anlamda onu aşan; pratize edilmiş bir model ortaya koyduk da tenkit ettiklerimiz karşı mı çıktılar?

Şu an savunduğunuz, patenti size ait olan bir siyasal modeliniz var mı?

Genel ifadeler, hamasi ve tumturaklı beyanlarla cevap vermeye kalkışmayalım!.. Yalın beyanlarla, misallerle cevap verelim lütfen!..

Bu cevabınız olmadığı sürece kuru kuru karşı çıkmak, onu batıl ilan etmek meselemizi çözmüyor.

Zulmü, kanı ve ateşi gidermiyor.

Yolsuzluğu, adam kayırmayı, rüşveti yok etmiyor.

Sıraladığım bu olumsuzlukların faal olduğu bir siyasal yönetimin ismini ‘İSLAM’ ile telif etme her şeyden önce İslam’a haksızlıktır.

Adalet sağlamayan bir siyasal yönetimin adı asla ‘İSLAM’ olamaz. Olsa olsa kendilerini ‘Müslüman’ olarak takdim eden bazı ‘iktidarperestlerin’ idaresi olur.

Kavramların gölgesine sığınmayalım. Kavramları kendimize siper edinmeyelim. Tezimizi sadece karşıtlık üzerine kurmayalım. Karşı olduğumuz her neyse onun karşısına alternatifle çıkalım. Hâlbuki burada soru basit; “Toplumu adil, dürüst, şeffaf, erdemli bir yönetime nasıl kavuşturabiliriz?” Cevabını aradığımız temel soru bu…

Gerçek olan şu ki; Ne Kur’an’da ve ne de Peygamberin risaletinde, çerçevelenmiş bir siyasi model zikredilmemiş, tavsiye edilmemiştir. Sadece mikro veya makro düzeyde yönetimin olmazsa olmaz bazı prensipleri vaaz edilmiştir. Helal ve haram daireleri belirlenmiştir, sınırlar çizilmiştir. Bunların ne olduğu da herhalde bahisle ilgili olanların malumudur.

İslam’da ‘nasıl bir siyasi yönetim?’ sorusu zaman, mekan ve maslahatın durumuna göre büyük ölçüde insanın ihtiyarına bırakılmıştır.

İçinde yaşadığımız dünya hicri 1400 yüzyıl öncesinin dünyası değil; teknik gelişme ile birlikte baş döndürücü sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerin vuku bulduğu bir zaman diliminde yaşadığımız yine herkesin malumudur.

Küresel tetiklenme ve yaygın enformasyon ağının oluşturduğu anafor içerisinde daha adilini, daha iyisini, daha hayırlısını bulup seçmenin zor olduğu bir gerçektir.

İnsanlık ailesi boş durmamış; ‘aklın rehberliğinde daha iyiyi, daha adil olanı, daha sürdürülebilir bir siyasi yönetimi nasıl inşa edebiliriz?’ arayışına girmişler.

Malum, akıl da Allah’ın bir vahyidir, nurudur. İnsanı diğer canlılardan ayıran yegâne bağıştır, ikramdır. Dolayısıyla aklın rehberliğinde çıktıkları gezinti de bir takım hakikatlere vasıl olmuşlardır. Vahiyden yoksun bir aklın bulduğu şey elbette nakısa ile malul olacak. Ama şu veciz ifadeyi hatırlamak lazım; ‘Bulanlar arayanlardır.’ Adamlar aramışlar, çabalamışlar, bir bedel ödemişler ve neticede adına ‘demokrasi’ dedikleri bir yönetime kavuşmuşlar. Demokrasi ideal bir rejim mi? Olmadığını bizatihi batılı siyaset bilimciler teslim ediyor.

Peki, ya İslam dünyası? Bakın, diğerleri Allah’ın vahyi olan aklı tam kapasite ile kullanmak için mücadele ettiler. Müslümanlar ise aklı devre dışı bırakınca vahyin maksadı anlaşılmaz oldu. Çünkü vahiy akılla anlaşılır, idrak edilir. Aklı melekeleri dondurulan bir toplumun varacağı yer ise karanlıktır, kaostur. Ne yazık ki, İslam dünyası uzun yıllardır bu karanlığı yaşıyor.

Elbette hiçbir Müslüman vahiyden yoksun bir aklın bulduğu şeyi -o her ne ise- idealize edemez. Akıl ve vahyin rehberliğinde daha adil olana, daha iyisine, daha hayırlısına, daha insani olana vasıl olmak için arama mücadelesini sürdürmelidir. Niyet halis olunca akıbet de hayır olur. Burada arama mücadelesinde Mevlana’nın o meşhur pergel metaforu önemlidir. Bir ucunu hakikatin merkezine sabitleyip diğer ucuyla insanlığın bu vakte kadar ürettikleri, inşa ettikleri üzerinde dolaştırıp, hakikatin polenlerini devşirmek bizim gibi arayış içerisinde olanların mücadele alanı olması gerekir. Dolayısıyla cepheden ‘demokrasi’ karşıtlığı yapmak insanoğlunun asırlarca yürüttüğü mücadele sonucunda bulduklarını bir çırpıda yok saymaktır. İsme takılıp toptan reddiyede bulunmak ilmin usulü değildir. Toptancı kabul ve reddiyeler ilme muhaliftir. Bundan kaçınmak lazım.

Onun yerine ‘demokrasi’ denilen rejim de dahil olmak üzere insanoğlunun bugüne kadar ürettiği, hayata taşıdığı her tecrübeyi önümüze koyup, Allah’ın muradına muhalif olanları ayıklayıp, ‘demokrasi üstü’ bir rejimi insanoğlunun ‘siyasi/sosyal hayatına/dünyasına’ niye taşımayalım? Onlar buldukları rejimin adına ‘demokrasi’ demişler. Sizler de yeni inşa edeceğiniz rejimin adını her hangi bir isim ile vasıflandırabilirsiniz. Vesselam!..

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept