1990’lardan 2000’li Yıllara 28 Şubat -VI-

by Fahrettin Dağlı

15 Temmuz bir milattır

İşte 15 Temmuz’da tam da bu iklimin hakim olmaya başladığı bir zamanda vuku buldu. 15 Temmuz’u “Allah’ın bir lütfu” olarak gören siyasal iktidar, bunu kendilerine altın tepsi içerisinde sunulan mutlak iktidara yürüyüşünün aparatı olarak değerlendirdi. İşte bu aşamadan sonra çıkarılan KHK’larla ülke çapında büyük bir sürek avı başlatıldı. Binlerce insan darbe ile ilişkilendirilerek işlerinden, aşlarından edildiler. Ve bir kısmı ise örgüt üyeliği veya iltisaklı sayılarak mahkum edildiler. Aileler parçalandı, insanlar işsiz, aşsız bırakıldı. Bir kısmının mallarına, mülklerine el konuldu.

Bir şekliyle sözkonusu yapının kıyısından, sağından, solundan geçen herkesi icat edilmiş ‘iltisak’ suçlamasıyla mahkum edip büyük mağduriyetler yaşattılar.

1990’ların 28 Şubat’ında ihraç edilen askerlere nasıl kamuda görev yapmaları ve özel sektörde de çalışmalarına müsaade edilmediği gibi işte bu dönemde de KHK ile görevlerinden uzaklaştırılan insanlara da aynı müeyyide uygulandı. Özel sektörde bile çalışmaları engellendi. Bunda sadece anne, babalar değil çocuklar ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri de etkilendiler. Çoğu aç ve sefil bırakıldı. Azgınlıkta sınır tanımadılar; “aç kalanlar ağaç kökü yesinler”; “Acırsanız, acınacak hale düşersiniz” dediler. Hamile kadınlar terör örgütü üyesi sayılarak cezaevlerine konuldular. O kadar bebek cezaevlerinde anneleriyle birlikte mahpus edildiler.

Hukuk Siyasetin Köpeği mi?

28 Şubat’ın aktörlerinden ve şimdilerde iktidarla kanka olan Perinçek itirafta bulunmuştu; “Hukuk, siyasetin köpeğidir.” Evet, bu bir itiraftı. Aynen dediği gibi de oldu. Hukukun temel prensipleri rafa kaldırılarak, siyasetin emir ve direktiflerinin hukuk kuralarının yerine ikame edildiği bir süreç oluştu.

Elbette 1990’ların 28 Şubat’ı ile kıyas bile kabul edilemez. Mesela basit bir kıyas yapayım; Daha önce naklettiğim gibi 1990’lı yıllarda “irticai tutum ve davranış” sebep gösterilerek hakkımda açılan soruşturma takipsizlikle neticelendi ve ben de görevime kaldığım yerden devam ettim. Yargıda hakkımda açılan bir dava olmuş olsaydı; iyi bir savunma ile davayı kazanabiliriz umudumunu korurduk. Yani yargıya, bugüne kıyasla en azından bir güven vardı. Şimdi olsa mümkün mü? Siyasi erkin iradesinin hilafına bir kararın çıkma imkanı olabilir mi?

Ve bu anlamda şu an hiçbir dönemde görülmediği kadar “Hukuka olan güven” irtifa kaybetmiş ve dip yapmış durumda. İnsanlar ifade özgürlüğü anlamında çok ciddi korku ve endişeliler. İktidarın hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyecek olsa başlarına nelerin gelebileceği endişesiyle yaşıyor insanlar.

Halbuki iktidara destek veren aklı başında insanların umudu neydi?

Askeri ve yargısal vesayet kalkacak;

Siyaset kurumu özgürlüğüne kavuşacak;

Demokratik hukuk devleti bütün kurum ve kurallarıyla işlerlik kazanacak;

Kişi hak ve özgürlükleri teminat altına alınacak;

Bir daha darbelerin yaşanmayacağı yeni Anayasa reformu ile yeni bir seçim ve siyasal partiler yasası yapılacak;

Yeni anayasa ile 12 Eylül anayasasının olumsuzlukları giderilerek ülke sivil bir anayasaya kavuşacak;

İktisadi ve sınai kalkınma için yeni bir ekonomik seferberlik başlatılacak; toplum kesimleri arasındaki ekonomik ve sosyal adaletsizlik giderilecek; gelir dağılımındaki nispetsizlik tashih edilecek v.s.

Yani, sözün kısası, madden ve manen kendini yenilemiş bir Cumhuriyeti vücuda getirmek.

İşte iktidar kendisi ile ilgili beslenen bu umutların hepsini boşa çıkarttığı gibi daha önce yaptığı demokratik reformları / düzenlemeleri de tek tek işlevsiz hale getirdi.

Ülke 1990’lı Yılların Gerisine Götürüldü

Ne yazık ki ülke 1990’ların 28 Şubat’ının gerisine gitti. Şahıs iktidarı korundu ve sürdürüldü ama hukukun iktidarı ise yerle yeksan edildi. Milyonlarca insan haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kaldı. Cumhuriyet tarihinin en büyük adaletsizliğine /zulmüne şahitlik ettik.

Evet, muhtemelen benimle aynı kanaati paylaşan milyonlar; Ülke 1990’ların gerisine götürüldü. Ve daha kötüsü ise, geride kaldıklarını düşündüğümüz o müesses nizam aktörlerinin yeniden işbaşı yapmaları. Ülkenin kaderinde yine söz sahibi olmaları. Bundan daha büyük bir zulüm olabilir mi?

Yüzyıllık vesayet kalkacak diye beklenirken tasfiye edilen vesayetçilerin tekrar görev başı yapmaları bu toplumun başına gelebilecek en büyük felaketlerden /musibetlerden birisidir. İşte şu an bütün kahırlığıyla bu süreci yaşıyoruz. Bu anti demokratik ve hukuksuz düzen yoksulluğu, huzursuzluğu ve kavgayı davet ediyor. Bugün zulüm insanların mutfaklarına kadar uzandı. Açlık ve sefalet kapıda. Daha uzatayım mı?

Muhafazakâr / dindar kesim büyük bir sınava girdiler ve büyük ölçüde kaybettiler. Ellerinde sadece bir iktidar aparatı kaldı. Ve ne yazık ki, büyük çoğunluk ne kadar büyük bir serveti / nimeti kaybettiklerinin farkında bile değiller. Dini değerler de dahil olmak üzere iyi, güzel ve hayırlı adına her şeylerini kaybettiler. Bir gün bu ülke normale döndüğünde kayıp, kaçak ve ziyanlarımızın muhasebesini yaptığımızda, çıkan tabloyu gördüğümüz zaman ah-vah deyip dizlerimizi döveceğiz. “Keşke bugünleri görmeseydim” diye feryadı figan edeceğiz. Bizden sonra gelecek kuşaklar, “bize nasıl böyle bir enkaz bıraktınız? diye beddua edecekler.

???ı ??????? ????? ??????…

 

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept