Müslümanlık İddiasındakilere Önemli Bir Hatırlatma

by Fahrettin Dağlı

Çoğunuzun malumu ama ben yine de hafızalara kazınması arzusuyla bazı hadiseler üzerinden görüşlerimi arzetmek istiyorum.

Allah Maide 79’da

“Onlar, birbirlerini yaptıkları kötülüklerden alıkoymuyorlardı. Andolsun bu ne kötü bir şeydi!” diye ifade buyuruyor.

Mevzuu ile ilgili birkaç hadis:

“Şüphesiz ki Allah, bazı kişilerin işledikleri günahlar yüzünden bütün insanları cezalandırmaz. Ancak bütün insanlar aralarında kötülüğün yayıldığını görür de ona mani olmaya güçleri yettiği halde, bunu yapmazlarsa o zaman bir kısmınızın işlediği günahlar yüzünden hepinizi cezalandırır.”,

“Dikkat edin, insanlardan çekinmeniz, sakın bir kişinin hak bildiği şeyi söylemesine engel olmasın.”,

“Cihadın en üstünü, zalim yöneticinin karşısında hakkı söylemektir.”

Evet, bu hakikat damlaları zihnimizi bu ülkede uzun zamandır işlenen zulümlere doğru götürüyor. Ne yazık ki, toplumun büyük kesimi bu zulümler karşısında tepkisiz, kanıksamış durumdalar. Hatta bir kısmı iştirak ve teşvik ediyor. İnsan hakları alanında çalışan küçük guruplar dışında tepkilerini açıklıkla dile getiren pek fazla kimse yok. Bazıları ilgisiz, bazıları taraftar, bazıları kalben buğz ediyor ama korku ve endişelerinden dolayı seslerini çıkartmıyorlar.

Halbuki Cenabı Allah ve Onun elçisi bu mevzu ile ilgili olarak uyarılarda bulunuyorlar.

Bunları yazdığımdan dolayı bana da tepki ve yakıştırmaların gelebileceğini tahmin ediyorum. Ancak Allah’a sadakatimin gereği olarak hakkı, hakikati ifade etmeye çalışacağım.

Zaman zaman burada KHK mağdurlarıyla ilgili bazı trajik haberleri paylaşmış, uygulanan zulme dikkat çekmeye çalışmıştım. Bilmiyorum ne kadar etkili oldu ama yine de dün ve bugün ciğerlerimi dağlayan iki yeni haber sebebiyle konu tekrar gündemime girdi.

Bir şekliyle geçmişte malum cemaat için kermes düzenleyen, onların yasal derneklerine sendikalarına üye olan, toplantılarına katılan, devletin yasal denetimine tabi bankalarına para yatıran, telefonuna by-lock ve benzer diğer bağlantılar yüklü olan binlerce insan KHK’larla işlerinden ve aşlarından edildiler, bir kısmı ise ceza alıp hapse girdiler. Ailelerin büyük kısmı adeta açlığa ve sefalete terk edildi. Bu ailelere yardım etmek bile suç sayıldı, operasyonlar yapıldı.

Bu sürecin çok önemli sonuçları oldu. Aile içi çekişmeler, toplumdan tecrit edilmeler, ebeveyn tarafından bile dışlanmalar, zaman içerisinde eşler arasındaki nizalaşmalar ve boşanmalarla biten evlilikler, arada sahipsiz kalan çocuklar, bakıma muhtaç yaşlıların çaresiz yakarışları muhtemelen Allah’ın gazabına vesile olmaktadır. Anne veya babaya veyahut ikisine uyguladığınız müeyyide ile sadece onları cezalandırmıyorsunuz, onların bakmakla yükümlü oldukları eş ve çocuklarıyla birlikte evdeki yaşlıları da cezalandırıyorsunuz. Hayatlarında ellerine mantar tabancası bile almayan insanlara terörist muamelesi yapıp el aleme ilan ediyorsunuz ve konu komşuyu da buna inandırmak için her türlü propaganda yöntemine başvuruyorsunuz. Ve adeta onları bir nefret objesi olarak topluma kabul ettirmeye çalışıyorsunuz. Bir kesim bu algı operasyonunuza kurban gidiyor, vicdan sahibi bir azınlık ise bu ağır manevi yükü kaldırmakta her gün biraz daha zorlanıyor.

Yaşadığı trajediye dayanamayarak intihar edenler, ağır hastalıklara yakalanıp cezaevi şartlarında tedavileri yeterli düzeyde verilmediği için ölenler, geride bıraktıkları eş, evlat ve anne-babalar. Anne ve babaları tutuklu olan çocukların bir kısmı yakınlarının yanında ve bir kısmı da yetiştirme yurtlarına verilmiş durumda. Sözün kısası her taraf kan ağlıyor. Şimdi sadece bunlardan bugünlerde gündem olan birkaçının kısa hikayelerini paylaşayım.

Bunlardan birisi uzun süredir hak savunucularının gündeminde olan altı yaşındaki Yusuf. Yusuf’un annesi de yukarıda ifade ettiğimiz gerekçelerle tutuklanmıştı. Yusuf dünyada çok az rastlanan bir kanser nevine yakalanmıştı ve hastanede tedavisi sürüyordu. Bir gün polisler hastaneye gelerek anneyi alıp götürdüler. Günlerce bu çocuğun feryadı sosyal medyada yankılandı. Annesine çok düşkün olan Yusuf günlerce ağlayarak annesini sayıkladı. Bir süre sonra maşeri vicdan ayağa kalktı, lütfettiler anneyi serbest bıraktılar. Ondan bir süre sonra tekrar tutukladılar ve sonra gelen tepkiler üzerine tekrar serbest bırakıldı. Yusuf annesine kavuşmuştu ama kuyunun dibinden çıkmak için takati kalmamıştı ve bugün haber sayfalarına ölüm haberi düştü.

İkinci olay ise, 13 yaşında bir kızları ve 7 yaşlarında beşizleri olan Abdülkadir ve Nurcan Arslan çifti dün tutuklanarak Edirne L Tipi Cezaevi’ne gönderildi. Videoda görüldüğü gibi duvar dibinde kalan beşizler ve onları teskin etmeye çalışan 13 yaşındaki abla.

Evet, müslümanlık iddiasındaki pek çok insan yapılan bu haksız, hukuksuz muameleyi “fetö, metö” kelimelerinden oluşan bir perdenin arkasına atarak haklı buluyor veya sessiz kalarak geçiştiriyor.

Sadece hayırlı gördüğü bir uğraşıda bulunmaktan, kermes düzenlemekten, öğrencilere burs vermekten, sohbetlere katılmaktan veyahut şartların gereği olarak rızıklarını temin anlamında cemaatin kurumlarında görev yapmaktan dolayı suçlanacaklarını akıllarının ucuna getirmeyen yüzbinlerce insan 15 Temmuz sonrasında terör örgütü üyeliği ithamıyla işlerinden, aşlarından edildi, bir kısmı ceza alarak hapse girdi. Çok büyük eziyetlere maruz kaldılar. Kanaatim o ki, bu insanların kahir ekseriyeti masum. Olup bitenlerden hiç haberleri yok. Suçlandıkları mevzularla ilgili tekil bir olay üzerinden geçen hafta karar açıklayan AİHM kararında sözkonusu iddiaların hiçbirisinin suç teşkil etmediğini açıkça beyan etti.

Maşeri vicdanda suçsuz olduklarına inanılan bu insanların yerel mahkemelerimizde teslim edilmeyen hakları uluslararası bir mahkemede kabul edilerek kayıtlara geçti ve tarihe not düşüldü.

Toplum için devlet aklını ve söylemini sahiplenmek, savunmak adeta kutsal bir görev ve sorumluluk addediliyor. Halbuki devlet, insanlar için vardır. Vatandaşının hakkını, hukukunu, güvenliğini korumak devletin görevidir. Devlet bu görevini gereğince yerine getirmiyorsa bunu hatırlatmak ve ikaz etmek de vatandaşın görevidir. Müslümanlık gibi bir iddiası olanlar için ise bu, neredeyse farz hükmünde bir görev sayılır. Yazının başında yer alan ayet ve hadisler hepimize bu görevleri hatırlatmaktadır. Siz de biz de biliyoruz ki, bu insanların bir suçu yok. Doğru veya yanlış bir şeye inanmışlar ve sevmişler. İnsanlar inançlarından ve sevgilerinden dolayı yargılanamazlar, suçlanamazlar. Milli hukukta da uluslararası hukukta da ve dahi İslam hukukunda da hüküm böyledir.

Son söz: Sevdiğiniz, beğendiğiniz bir iktidarın varlık ve bekası için adaletten vazgeçmeyin, mülk adaletle ayakta duruyor, onu yıkarsanız mülkü ayakta tutamazsınız. Diğer taraftan birilerini veya bazılarını sevmeyebilirsiniz ve hatta nefret bile edebiliyor olabilirsiniz ama bunların hukuku sözkonusu olduğunda adil olmak zorundasınız. Allah size böyle bir mükellefiyet yüklüyor. Bunun gereğini yerine getirirseniz dünya ve ahiretinizi mamur edersiniz, yok aksini yaparsanız her ikisini de berbat edersiniz. Tercih sizin…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept