AKP İktidarı Dindar Muhit İçin Bir Arınma Değil Kirlenme Vesilesi Oldu

by Fahrettin Dağlı

2002 Kasım’ında iktidar olduğunda muhafazakar dindar mahallede bir heyecan dalgası oluşturdu. Özellikle de bürokraside ikbal beklentisinde olanlar için bir kapı aralanmıştı. Beklentilerine karşılık bulmak için o günün muktedirlerinin kapısını çalıyorlardı.

İktidarlarının ilk senelerinde CB makamında halen Ahmet Necdet Sezer oturduğundan dolayı bir takım atama talepleri çeşitli mülahazalarla geri çevriliyordu.

Abdullah Gül’ün CB olmasından sonra atamaların önündeki engeller kalktı ve istemediklerini alıp, yerine arzu ettiklerini atamaya başladılar. Ahmet Necdet Sezer’in birtakım tasarrufları tartışılabilir ama AKP iktidarının hızlı kadrolaşma uğruna ehliyet ve liyakate uygun olmayan atamalarına taş koymakla bir bakıma bir fren işlevi görüyordu.

İşte Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığıyla birlikte balans ortadan kalktı ve bundan sonra ehliyet ve liyakatten çok partiye olan yakınlık, iktidar kadrolarıyla uyum, emir ve direktiflere riayetkârlık ve tam itaat, atamalarda belirleyici kriterler olmaya başladı. Bu durum yıllar geçtikçe dahada artarak şirazesinden çıktı. O zaman aklı başında olanların haklı uyarı ve ikazlarına da kulaklarını tıkadılar ve sonradan olan oldu, her şey tepetaklak oldu.

Şimdi gelelim güncel bir haberin bana hatırlattığı o acı gerçeği…

1970-80’lerin en güçlü vaizlerinden biri olan Timurtaş Uçar’ın (Timurtaş Hoca) oğlu kalp krizinden ölmüş. Kendisine rahmet diliyorum. Bu ölüm haberi bana mevcut iktidarın iktidar etme usul ve esaslarıyla nasıl bir toplumsal savrulmaya, tahribata vesile olduğunu, dindar, mütedeyyin kesimi nasıl bir harem batağına sürükleyip sapladığını tekrar hatırlattı ve depreşen acıyla bu satırları yazıyorum.

Hernekadar milli görüş gömleğini çıkardıklarını, islamcı olmadıklarını, muhafazakar demokrat (o her neyse) olduklarını beyan etseler de kurucularının önemli bir kısmı milli görüş kökenli olduklarından dolayı iç ve dış kamuoyu onları halen islamcı bir iktidar olarak görüyordu, tanımlıyordu. Dolayısıyla yaptıkları veya yapmadıkları mahallenin defterine yazılıyordu.

Halbuki o dönemde bir bürokrat olarak o arkadaşlarla beraber görev yaparken temel dini kaidelerin, hassasiyetlerin gözetildiğine tanık olmadım. Kendilerinden önceki iktidarların, iktidar etme ahlakını, kültürünü, geleneğini aynen sürdürdüler. Sadece bir farkla; o güne kadar bürokraside yükselme imkanı bulamayan muhafazakar mütedeyyin kadrolara kapılar sonuna kadar açıldı. İktidarın ve görevlere talip olanların ahlaki sınırlamalar ve kaideler açısından hiçbir hazırlıklarının olmadığı sürecin başında anlaşılmıştı. Asgari helal ve haramların gözetilmesi, insan hak ve hukuklarının korunması konusunda hassasiyetlerine rastlanılmadığı gibi kendilerini ikaz eden ve uyaranları da kibir abideleri gibi karşı duruyorlardı, ötekileştiriyorlardı. Ölçüsüzce, kuralsızca ülkeyi yönetiyorlardı. Perşembede nasıl bir felaketin bizi beklediği Çarşamba’dan belliydi.

O güne kadar bürokraside olsalar da karar makamlarında oturmayan ve dolayısıyla o anlamda bir sorumluluk ve inisiyatif altına girmeyen kamu çalışanları bu vesileyle karar makamlarına oturup kamuyu yönetmeye başladılar. Bunu yaparken de kamuoyunda nasıl bir aksülamele vesile olabileceklerinin hesabını kitabını yapmadılar.

Misal mi?

İktidara geldiklerinde Milli Piyango İdaresini özelleştireceklerini duyurmuşlardı. Halbuki yıllarca özelleştirilmesi ertelendi. Çünkü oradan sağlanan ve onunla kamu kurumlarını fonlandıkları gelirlerden olmak istemiyorlardı. Bu nedenle uzun yıllar devlet olarak bu kumar kurumunu korudular. İlginçtir, belli bir süre sonra genel müdür olarak imam hatip mezunu mütedeyyin bir bürokratı atadılar. O arkadaşı yakinen tanıyanlar onun dini hassasiyetini şöyle anlatıyorlardı: “Caddede yürürken bir piyango bileti satıcısının önünden günah olur diye geçmiyordu. Bu kadar hassastı.” Oraya atandıktan sonra bir vesileyle kendisiyle görüştüğümüzde sormuştum: Neden?

Mahcup bir tavırla, “bana kurumun tasfiye sürecini idare etmemi istediler ve amaçla atadılar.”

Ama öyle olmadı. Kurum tasfiye edilmediği gibi bu sefer başına o dönemde dindar kesimde ismi en çok anılan Timurtaş Hocanın oğlu Bekir Yunus Uçar atandı. Bu atama o zamanlar kamuoyunda çok konuşuldu. İslam’ın helal ve haram dairelerini bu kadar kalın çizgilerle vaaz konusu yapan ve cesur vaazlarıyla muhafazakar muhitte tanınan bilinen bir hocanın oğlu nasıl olur da milli piyango idaresine genel müdür olarak atanır?

Burada, oğul babayla aynı kanaat ve düşüncede olmayabilir, dolayısıyla o göreve gelmesinde kınanacak bir durum yoktur denilebilir. Sözkonusu kişi açısında doğrudur, ancak kendilerini dindar gören ve öyle bilinen iktidar aktörlerinin en azından bu atamanın kamuoyunda nasıl bir aksülamele sebep olabileceğini hesaplamalı değiller miydi? O gün onları yakından izleyen biri olarak bu insanların öyle bir dini hassasiyetlerinin, inceliklerinin olmadığını biliyordum. Dolayısıyla hayrete mucip bir durum yoktu. Kamuoyunda nasıl bir karşılık bulur diye bir endişeleri de yoktu.

Ve daha sonraki yıllarda dini bir ahlak ve terbiyeyle yetişen gençler bu ölçüsüz, kuralsız, acımasız çarkların arasına verildiler. Gayri meşru, gayri ahlaki tasarruflarına onları da ortak kıldılar. Gözümün önünde nice mütedeyyin arkadaşların nasıl çizgiden çıktıklarına ve kirli siyasi anlayışın çarkları arasında nasıl ezildiklerini, siyasilerin ayakları altında nasıl paspas kılındıklarını gördük. 1960,70,80 ikliminde ahlak ve edep sahibi binlerce genç bu acımasız çarkların arasına sürüldü, vicdansızca, merhametsizce…

AKP hiçbir zaman İslamcı olmadı. Dışarıdakiler onlara o etiketi yapıştırıyorlardı ama ne iktidar etme ahlakı ve ne de insani değerler açısından o etiketi taşıyacak ne bir niyetleri ve nede bir ahlak ve eylemleri yoktu.

Bunlar sadece bürokraside şahitlik ettiklerim. Bir de diğer kesimlerde ve sektörlerde hasıl ettikleri tahribatın hattı hesabı yok. En son öyle bir şey yaptılar ki, o güne kadar harama bulaşmayan, uzak kalan küçük sermaye sahiplerini de harama bulaştırdılar. İlk önce MB’nın %16’lık politika faizini yüksek bulup, bunun Nassa aykırı olduğunu savunup iki puan düşüren ve ekonominin yıkıma gittiğini gördüğünde ise kademeli olarak faizi %50’lere çıkaran iktidar bu sefer mütedeyyin halkın yastık altı parasını çekmek için KKM (‎Kur Korumalı Mevduat) diye ucube bir uygulama başlatıp o gün Nassı unutup bankalara, faize bulaşmayan halkı bankayla, faizle tanıştırdılar. “Bunu Erdoğan gibi dindar bir CB öneriyorsa herhalde faiz değildir, helaldir” diye düşünerek herkes yastık altındaki paralarını, altınlarını ve dövizlerini götürüp bu hesaplara yatırdılar. Ve geçmişe göre daha yüksek bir faiz geliri elde ettiler. Bu da bunlara tatlı geldi ve birlerine tavsiye etmeye başladılar ve böylece neredeyse biraz varlığı olan herkes banka faizine bulaştı.

Sonuç olarak, bir vaizin oğlunun ölüm haberi AKP iktidarının ülkedeki mütedeyyin kesimi nasıl bir günah batağına batırdığını birkaç örneklemeyle izah etmeye çalıştım.

Tabii ki olanlar sadece bunlardan ibaret değil. İktidarın sahip olduğu medya organlarını, hukuk kurumlarında hakka hukuka uygun olmayan kararların nasıl verdirildiği bahislerine hiç girmedik. İktidarın günah defteri çok büyük. Muhtemelen ayrıntılı bir arşiv taraması yapılsa klasörlerce muhteva ortaya çıkar. Olup bitenleri derleyip toplayacak, yorumlayacak ve bunu bir kitaba dönüştürecek birileri için büyük bir arşiv bilgisi var. Tavsiye ederim, yardımcı da olurum.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept