Geçmişte de rastladığımız ama son yıllarda daha da aratarak süren dini tarikat ve cemaatlerin iç problemleri ve güvenlik güçlerinin fiziki müdahalesini gerektirecek kadar büyüyen kavgaları toplumsal güvenlik açısından üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir mevzu, sadece dindar, muhafazakar kesimlerin değil tüm toplumsal kesimlerin ilgilendiği önemli bir sosyal problemdir.
Toplumumuz topyekûn büyük bir sosyal savrulmayı, çözülmeyi, dönüşümü, travmayı yaşamaktadır. Eğer bu durumu ciddiye almayıp acil çözüm bekleyen problemlerimizin birinci sırasına koymaz, masaya yatırıp, uzmanların, bilim adamlarının incelemesine açmaz, ilmin ve ahlakın ışığında tedbirler almazsak korkarım ki, bu çözülme beraberinde onarılamaz yıkımlara sebebiyet verecektir.
Elbette biyolojik bünyemizde oluşan hastalıklar gibi sosyal yapımızda gerçekleşen hiçbir hadise de sebepsiz değildir. Bugün teknolojinin sayesinde daha isabetli teşhis ve tedavi usulleri geliştiği için bünyevi hastalıklarla başa çıkmak nispeten daha kolaydır. Ancak ne yazık ki, toplumun sosyal problemlerinin MR’ini çekecek bir cihaz henüz icat edilmedi. Buna rağmen bu problemlerin çözümüne imkansız diyemeyiz.
Bir toplumun yapıtaşları arasında dini duygular ve kabuller son derece önemlidir. Dini alandaki erozyon, çözülme bir bakıma o toplumun topyekûn çözülmesini tetikler.
Bugün ne yazık ki, bu sosyal iklimi teneffüs ediyoruz. Tarihte Müslüman toplumların manevi / ahlaki terakkisini sağlayan en önemli müesseselerden biri olan tasavvuf yapıları bugün neredeyse dini ve ahlaki savrulmanın kaynağını oluşturuyorlar.
Darbeler sadece siyaset kurumunu inkıtaya uğratmakla kalmıyor, sosyal transformasyonu da beraberinde getiriyor. 12 Eylül darbesi toplum mühendisliği anlamında önemli bir milattır. Darbe öncesi ve sonrasında tırpanlanan zinde gençliğin yerine pro-kapitalist politikalarla yeniden istikametlendirilen ve kısa zamanda nasıl zenginleşebileceklerinin formüllerinin peşine düşürülerek dünyevileştirilen bir nesil inşa edildi.
İslami yapılar bu dalganın önüne geçemeyip, mevcut mühendislik projesine eklemlendiler. Bünyeleri mutasyon geçirdi ve ruhi olgunluğu terk edip gösterişli, şaşalı yapılara itibar ederek dünyayla olan muhabbetlerini geliştirdiler. Bu sebeple gün geçtikçe erime potasında ahlaki zenginliklerini yitirip daha çok dünyevileşmek ve yabancılaşmak kaçınılmaz oldu. Bugün bu gidişin ortaya çıkardığı sonuç toplumsal bir anomali manzarasıdır.
15 Temmuz sonrası ise bir bakıma sürmekte olan bir sürecin ahlaki bir iflasla sonuçlandığının ilanı olmuştur. Dini toplulukların kendi iç ihtilafları, kendileri dışındakilerle olan hasmane ilişkileri ve siyasal iktidarla girdikleri çarpık ilişkiler ağı bu toplulukları zehirleyip hem yeni bir mutasyona uğratmış hem de iflah olmayacak bir forma evirmiştir.
Dini alandaki bu dünyevileşme virüsü toplumda dine ve dindara olan güveni yıkmış ve hatta yer yer nefrete, düşmanlığa sebebiyet vermiş, nasıl Corona salgını sonrasında artık hiçbir şey eskisi gibi kalmamışsa bu sosyal virüsün tahrip ettiği sosyal bünye de eski zenginliğini tamamen yitirmiştir.
Bu anlamda ülkedeki İslami oluşumlar çok büyük veballer yüklendiler. Ne yazık ki, halen içinde bulundukları halin farkında olmadıkları için Hz. Yunus’un kavmi gibi nedamet duyup tekrar bir geri dönüş iradesi bile ortaya koyamıyorlar. Bu derece tefessühe uğramış durumdalar.
Elbette her yaşadığımız hadisenin makro veya mikro düzeyde de olsa Allah’ın kitabında ve Rasulullah’ın pratiğinde bir karşılığı var. Bu duruma işaret eden onlarca ayet ve hadis için de Mümtehine suresi 5. Ayete bakalım:
“Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkar edenler için bir oyun ve eğlence aracı yapma!..”(60/5)
Ayete göre mü’minlerin, genelde tüm insanlara, özelde ise inkârcılara bir fitne aracı olmamaları için yüce Allah’tan talepte bulunmaları icap etmektedir. Mü’minlerin inkârcılar için fitne olması meselesi, müfessirlerce farklı şekillerde izah edilmiştir. Mü’minlerin düşmanlara mağlup olmaları, doğrudan ya da onlar vasıtasıyla ceza görmeleri olarak yorumlandığı gibi, düşmanların, “mü’minlerin iddiası doğru olsaydı, itimat ettikleri Allah onları desteklerdi yahut bu muameleye tabi tutulmazlardı” fikrine kapılıp kendilerini hakikat ve doğruluk üzere zannetmelerine sebep olmak şeklinde de izah edilmiştir. Ayrıca Yüce Allah’ın, inkârcılara mü’minlerin aleyhine daha çok imkân vermesi olarak da açıklanmıştır.
Evet, bugün yaşanan üç aşağı, beş yukarı budur. Durum öyle bir hale evirilmiş ki, dine mesafeli ve dindarlara hasım olanlar bugün benzer ifadelerde bulunuyor, şu ifadeleri sıkça kullanıyorlar:
Din veya dindarlık ahlak üretmiyor, bunun en bariz örneği de mevcut dini cemaat ve topluluklardır. İçinde bulundukları zillet hali bunu ispatıdır. Hatta bir adım daha ileri giderek, ‘hata, noksanlık müslümanlarda değil -hâşâ- onların inandığı dindedir’ gibi hezeyanlarda bulunmakta, ayette tefsir edildiği gibi “mü’minlerin iddiası doğru olsaydı, itimat ettikleri Allah onları destekler yahut bu muameleye tabi tutulmazlardı” gibi iddiaları seslendirmektedirler. Ayet de bunu bir dua formunda bildiriyor. Yani bizi, ‘müminler olarak dikkatli olun böyle bir fitneye malzeme olmayın’ diyerek uyarıyor.
Keşke ülkedeki yüzlerce dini topluluk ve cemaat bu ayet muvacehesinde kendilerini hesaba çekseler ve geçmişlerinden nedamet duyup söz konusu ayette talim buyurulan dua ile Allah’a samimi bir yakarışta bulunsalardı.
Ne yazık ki, bu temennin hayat bulmasından çok uzakta duruyorlar.