Sosyal medyada yaptığım bir paylaşımıma bir arkadaşımız şu yorumu yaptı (bir kısmını alıntıladım):
“Eleştirilerinizde son derece haklısınız. Peki çözüm ne? Doğruluk ve dayanışma adına ne tür mücadeleler vermeliyiz?
Birçok insanın söylenmesine karşılık, münevverlerimiz politikacılara son derece kritik eleştiriler yöneltiyor ve çağrılar da bulunuyor. Kaç yıldır politikacıların, yetki ve güç sahiplerinin sizi ve bizi umursamadıklarını ne zaman anlayacağız? Peki ya topluma kim, nasıl yol gösteriyor? Artık daha etkili, mâruf ve mutedil bir yol izlemek, inşa etmek gerekmiyor mu?”
Elbette çok önemli ve cevaplanmayı bekleyen sualler.
Yazmaya başladığım günden beri yaklaşık 20 yıl geçmiş. Şahsi bloğumda temel insani problemlerimize dair yüzlerce yazı var:
https://fahrettindagli.com/
Bunları derleyip toplayıp bir kitaba dönüştürme niyetindeyim kısmet olursa.
Arkadaşımızın sorusuna vereceğim cevabın muhtevası bir yazı kapsamını aşacak mahiyette. Yine de olabildiğince özetleyerek izah etmeye gayret edeceğim.
Bizim gibi siyasi iktidarın yanlışlarına, haksız uygulamalarına, akla ve hikmete uygun düşmeyen indi kanaatlerinin tezahürü olan icraatlarına itiraz eden, doğru, haklı, adil çözümlere ulaşmak için ilmi ve ahlaki yolları gösteren, önerenler olarak en büyük handikabımız, iktidar mensuplarının bunlara kulaklarını tıkamış olmasıdır. Çevrelerindeki bir avuç ilimden ve hikmetten mahrum, şahsi ve zümrevi çıkarlarını gözetmekten başka gayesi olmayan, ikbal derdine düşmüş kifayetsiz muhterisin yanlış ve yoldan çıkarıcı telkinleri sonucunda girmiş oldukları turnikeden geri dönmenin imkansız olduğuna kanaat getirdiklerinden beri yanlışı yine başka bir yanlışla tashih etmeye çalışıyorlar. İlk düğme yanlış iliklendiği, başa dönmeye de cesaret edemedikleri için yanlışı ısrarla tekrarlıyorlar. İşte bugün yaşadığımız en temel problemlerimizden biri budur. Yine de bir avuç kalem ehli olarak uhdemize düşen sorumluluğu ifa etmek için ısrarla uyarmaya ve yazmaya devam ediyoruz, edeceğiz. İman ettiğimiz Allah bize böyle bir mükellefiyet yüklüyor. Adil şahitlik, Allah’ın iman edenlere emridir, üzerimize farzdır.
Hayata ve kâinata dair meselelerde kalem oynatmak benim gibilere düşmemeliydi. Bu bir tevazu ifadesi değil, hakikattir. Çünkü bu hususlarda yazmak derinlikli bir birikimi gerektiriyor. Ne yazık ki yaşamakta olduğumuz kaht-ı rical döneminde hafızamızdakileri beşeri coğrafyamızın çoraklaşmış, çölleşmiş ekim alanına kıt imkanlarla ekmeye çalışıyoruz. Umut ederiz ki, Allah’ın yardım ve inayetiyle fideye dururlar.
Bir yandan da ciddi bir umutsuzluk telkinine, negatif enerjiye maruz bulunmaktayız. Ama bütün bunlara rağmen yarına mazeret bırakmak adına yazmaya devam etmek azmindeyim. Biliyorum ki bir toplumun sigortası, o toplumda insanları doğruya, iyiye, güzele, hayra davet edecek bir topluluğun (adil şahitler) bulunmasıdır. O şahitlerden biri olmayı temenni ediyorum.
İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Ali İmran-104﴿
Siz, insanlığın iyiliği için çıkarılmış hayırlı bir topluluksunuz; doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız. (Ali İmran:110)
Allah, Ali İmran 104 ve110. Ayetleriyle İnsanlığın iyiliği için en hayırlı topluluğun, içinde yaşadıkları topluma doğru, adil, hayırlı olanı öneren, kötülüklerden alıkoymaya çalışan, arındıran bir topluluk olduğunu ve Allah’a inanmanın umuma yansıyan en önemli tezahürünün bu şekilde gerçekleştiğini ifade buyuruyor. Bu topluluk, içinde bulundukları toplumun sigortasıdır. Eğer bir yerde böyle bir topluluk varsa onlar o toplumu diri tutarlar ve yanlışlardan arındırırlar, doğru yolu gösterirler. Eğer aksi varit olursa, o toplumun sigortası atmış olur ve karanlığa gömülür.
Elbette şunu da iman ediyoruz: Varlık alemindeki her canlının muayyen bir ömrü olduğu gibi devletler için de durum aynıdır. Tarih, bize nice devletlerin, imparatorlukların hikayelerini nakleder, yıkılış sürecinde etkili olan sebepleri sıralar. Son dönem Osmanlı Sadrazamı Said Halim Paşa da Osmanlı’nın yıkılış sürecinde etkili olanın Osmanlı’daki ulema ve bürokrasi sınıfının bozulması olduğunu ifade eder ve bunu “kaht-i rical” tanımıyla kavramsallaştırır.
Allah bu ülkeye böyle bir son nasip etmesin dilek ve duasıyla birlikte şu tehlikeye de işaret etmek zorundayım: Toplumumuzun içinde bulunduğu durum biraz da bize Osmanlı’nın o netameli yıkılış sürecini hatırlatıyor.
Elbette sorunun baş faili mevcut iktidar ile birlikte hastalıklı siyaset kültürü ve ahlakını ısrarla sürdüren siyaset kurumudur ve çözüm de yine orasıdır. Ancak bugün ne iktidar ve ne de muhalefet bu noktada bir yol, yöntem değişikliğine gitmeye hazırlıklı ve niyetli değildir. Her 10-20 yılda bir akamete uğrayan müesses nizamla ilerlemek arzusundadırlar. Yeni bir siyasal kültürü ve ahlakını inşa etmeye niyetleri olmadığı gibi onu inşa edebilecek siyasi ferasete de sahip değiller. Bu bakımdan siyaset tıkanmıştır. Bugünkü siyasi aktörler mevcut siyasal kültürü ve ahlakını tashih ve ıslah etmeye niyetli ehil insanların önlerine de siyasi, ekonomik ve psişik onca engelleyici bariyer yerleştirmişlerdir. Bunlar aşılmadıkça Türkiye’nin önünün açılma imkanı yoktur.
Temennim ve dileğim şudur: Yanlış ve tehlikeli bir istikamete ülkeyi sürükleyen idarecilerimiz izan ve insafa gelsinler de akıl, ilim, irfan ve hikmet sahiplerinin uyarı ve ikazlarına kulak verip bu ülkeyi bu tehlikeli istikametten sahili selamete çıkarsınlar veya ellerindeki iktidar emanetini daha iyi, daha hayırlı taliplerine devretsinler.
Yazıma noktayı koymadan önce şu önemli ikaza yer vereyim: Zihnimizde ve gönlümüzde umutsuzluğa asla yer vermeyelim. Umutsuzluk telkininde bulunanlardan kaçalım. Yeryüzünde mutlaka bir umut kapısı vardır. Bu kapıyı sabırlı eylemlilik halimiz ve dualarımızla açabiliriz. Ölümden gayri çaresiz hiçbir derde rastlanılmaz. Yapılması gereken hastayı hâzik, uzman hekimlere bırakmak, emanet etmektir.
Ye’s mâni’i her kemaldir (ümitsizlik bütün gelişme ve mükemmele ulaşma yollarının önünde engeldir). Her zaman karşılaşacağımız badirelerin aşılmasının temel harcı ehil olanların inisiyatif almaları, cesaret ahlakını kuşanmaları, sağlam bir niyette ve ona munzam eylemde bulunmalarıdır. Bize düşen ise “niyet edip yola çıkmak insana, sonuç hasıl etmek ise Allah’a aittir” diyerek ümidimizi tazelemek, tevfiki Allah’tan bekleyerek istikamet üzere kalmaya devam etmektir.