Dindarlar Siyasal İktidarlardan Ne Bekler?

by Fahrettin Dağlı

1960 ve 70’li yıllarda sol hareketlerin ideolojik mücadeleleri gibi dini referanslı gençlik hareketleri de “İslam Devleti” özlemiyle mücadele ettiler, bu uğurda büyük fedakarlıklarda bulundular, özlemle, sabırla, eylemle umutlarını beslediler. 1980 darbesi adeta bir bıçak gibi o umutları sona erdirdi, rüyadan uyandırıp gerçeklerle yüzleştirdi. Dünyevi ve uhrevi alanların sınırlarının ne olduğu konusunda daha rasyonel düşünebilme imkanı sağladı. ANAP deneyimi de bu vasatı olgunlaştırdı. Dini olanın devletleşmesinin siyasal iktidarların himayesiyle mümkün olabileceği kanaati itibar görmeye başladı.

İslam tarihinin her yükseliş döneminde müslümanlar farklı sınavlarla sınandılar. Bu sınavın en çetin safhası güç, iktidar ve servetle kurdukları ilişki biçimi olmuştur. Allah ve Resulü bu tehlikeye işaret buyurmalarına rağmen az bir kesim hariç müslümanların büyük çoğunluğu bu uyarılara bigâne kalarak sınavı önemli ölçüde kaybetmişlerdir.

İslam tarihinin bu mevzuda dikkate değer en önemli gelişmesi Sasani Devletinin yıkılışı ve oradan getirilen büyük ölçekli ganimetler olmuştur. Bu göz kamaştırıcı serveti ve müslümanların ona kavuşma arzusunu görünce ağlamaya başlayan Hz. Ömer’in, “Darlıkla sınandık kazandık, varlıkla sınandık kaybettik.” dediği nakledilir.

Yanlış anlaşılmasın, İslam fakirliğe değil, müminleri varlıklı olmaya teşvik eder. Burada Hz. Ömer’in dikkat çektiği tehlike, bu gücü ele geçirdikten sonra çetin bir imtihan sürecinin başlayacağı ve kaybetme riskinin yüksek olacağına dair öngörüsüdür. Allah ve Rasûlü, mal biriktirmenin amaç ve hedef olmadığını sürekli hatırlatır. Şayet mal putlaştırılır, verilenin Allah’ın lütfu olduğu gerçeği ihmal edilip de insanın sadece kendi yetenekleri ile elde ettiği ve sadece kendisine ait olan bir meta olduğu düşüncesi hakim olursa o zaman imtihan kaybedilmeye başlanır. Kur’an’da Yahudi kavimlerinin yaşadığı felaketlerin en önemli sebebinin “dünyevileşme” olduğuna dikkat çekilmiştir.

Her ne kadar Kur’anda böyle geçmiş ve Hz. Peygamber bu tehlikeye farklı vesilelerle dikkat çekmiş olsa da yine de müslümanlar iktidara, güce, servete, konfora karşı kayıtsız kalamamışlardır.

Dört halifeden sonra devletleşen Emeviler ve Abbasiler bir bakıma kendilerinden sonra gelecek olan devletlere, iktidarlara örneklik bırakmışlardır. Emevi yönetiminde İslam’ın yönetime dair olmazsa olmazları olan adalet, ehliyet, liyakat, şura, maslahat gibi temel enstrümanlar zamanla askıya alınmıştır. Muaviye Şam Valiliğinde bulunduğu sırada sınır komşuları olan Bizans Krallığının kurumsal yapısından esinlenerek bir bakıma bir krallık ve saltanat rejimi ihdas etmiştir. Yani gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi misalinde olduğu gibi Emeviler de tarihe son derece yanlış, hatalı, İslam anlayışının ruhuna aykırı bir ilk örneklik bırakmışlardır. Sonraki zamanlarda arızi kısa dönemler hariç bu model ufak tefek farklılıklarla sürdürülmüştür.

ANAP’tan sonra iktidar olan AKP de Emeviler ve Abbasiler’den tevarüs eden anlayışı bir devlet yönetme ahlakı olarak benimsemiştir. Bu iki devlette de iktidar olanlar bazı İslami fırkaları, hizipleri kanatlarının altına almışlar ve diğerlerini de itibarsızlaştırarak uzaklaştırmışlardır. İktidar değiştiğinde bu fırkaların da yer değiştirdiği, iktidarın himayesine giren her fırkanın iktidar aktörlerinin arzu ettikleri anlamda İslami hükümleri içtihatlarıyla, fetvalarıyla eğip, büktüğü, siyasi tasarruflarını bu şekilde meşrulaştırdığı bilinmektedir. AKP de bu yoldan daha kuralsız, daha itinasız, daha görgüsüz bir şekilde yol almıştır.

Şimdi gelelim başlıktaki sorumuza: Dindarlar siyasal iktidarlardan ne bekler veya ne beklemeleri umulur?

Bir defa her inancın, düşüncenin neşvünema bulacağı iklimin adil ve hürriyetçi bir iklim olduğu hem dini bir hakikat ve hem de ilmi bir tespittir. Demek ki adil bir yönetimin yerine getirmesi gereken en önemli talepler, bütün inançlara, düşüncelere, fikirlere kendilerini rahat ve engelsiz bir şekilde ifade etme ve yayma hürriyeti sağlaması, devlet erkinin yasaklayıcı, engelleyici bir tutum ve davranış içerisine girmemesi, kendi bağımsız özgün kurumlarını inşa etmelerine, işletmelerine belirlenen yasal düzenlemeler dışında müdahalede bulunmaması ve bu gibi meşru taleplerdir.

Bunun dışında meşhur ifadeyle “gölge etme başka ihsan istemem” dersek abartmış olmayız. Hele hele dinlerinin hak olduğu iddiasını güçlü bir şekilde savunan müntesiplerin başka bir talepte bulunmaması arzu edilen bir davranıştır.

Siyaset kurumunun, inanç mensuplarının kendilerini ifade ve inşa etme ameliyesini gerçekleştirmelerinin önündeki engelleri kaldırmaları ve onların inançlarını yaşamaları için gerekli olan alt yapıları inşa etmeleri, eşit imkan sunmaları yeterli bir beklentidir.

Bunun dışında bugünkü uygulamada olduğu gibi dini toplulukların bir şekilde siyasi iktidarın himayesine girmeleri, oradan güç ve iktidar devşirmeleri, iktidar sahiplerinin yalan yanlış politikalarına dini cevazlar vermeleri her şeyden önce dinin mahiyetine, maslahatına haksızlıktır ve kendi kendilerinin intiharıdır. Bugüne kadar şahit olduklarımız bu yazdıklarımın ispatıdır.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept