Dönülmez Bir Yolun Sonunda mıyız?

by Fahrettin Dağlı

Bazı dostlarım yazılarımla ilgili şöyle yorumlarda bulunuyorlar:

Siz güçlü esen ve hatta fırtınaya dönüşen bir rüzgâra karşı koymaya çalışıyorsunuz. İyi niyetinize rağmen bu iş neredeyse imkansız gibi görünüyor.

Dostlarım bu yargılarında haklılar mı? Zahiren evet. Muazzam bir dip dalga her şeyi önüne katıp götürüyor. Benim gibi yüzme bile bilmeyen biri nasıl bu dalgalara karşı koyabilir?

Bir müslüman olarak her şeyin zahirde görüldüğünden farklı, mücadelenin görünür şartlarla kayıtlı olmadığını düşündüğümde sebeplere takılmayarak mücadeleye devam diyorum. Yeryüzünde yaşamanın bedeli, tüm olumsuz şartlara gözleri ve kulakları kapatarak son nefese kadar hiçbir ayartıcının ayartmalarına kanmadan dosdoğru yürümek, takdir edilmiş bir ömrün zekatını ödemektir.

Bunu biraz açayım.

Yaklaşık on beş yıldır toplumsal erozyonu, ahlaki ve dini çözülmeyi büyük bir üzüntü ve kederle izliyorum, yazıyorum, yorumlamaya ve muhataplarımı ikaz ederek uyarmaya çalışıyorum.

Bir yaraya derman oluyor mu? Onu bilecek durumda değilim. Ancak tesellim şudur: Ben bir müslümanım, Allah’la yapılmış bir akdim var:

“…Onları ‘Rabbiniz değil miyim?’ diye kendi nefislerine şahit yaptı. Onlar da ‘Evet, Rabbimizsin, buna şahit olduk (söz veriyoruz)’ dediler.” (Araf: 172)

İman iddiasında olanların bu söze sadık kalmaları gerekir. Aksini yaparsam ben de iddiasını / sözünü yerine getirmemiş ve kendine yazık etmişlerden olurum.

Gücümün, takatimin zayıflığının farkındayım. Ama şunun da bilincindeyim: Yeryüzünde karşılaştığımız her şey insanın iradesinin, çabasının ve gayretinin bir neticesidir.

“İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder. Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir. Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir.” (Necm:39-41)

İrade, niyet ve arzu ettiğimiz sonuca vasıl olamasak da herkesin niyetinin ve çabasının karşılığını verecek bir yanılmaz mahkemede yargılanacağız, buna iman ediyoruz. İşte asıl olan bu mahkemeye arz edeceğimiz geçerli, kabul edilebilir gerekçelerimiz, mazeretimizin olmasıdır.

Kur’an’da geçen ve “Cumartesi ehli”nden bahsedilen kıssada, hak ve hukukları çiğneyen bir gruba / topluluğa karşı gelen, onlara hakkı ve adaleti hatırlatan hak, hukuk savunucusu azınlık bir gruba toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan nemelazımcı kesim şöyle tepki gösteriyordu: “Size ne bu azgın gruptan? Bırakınız ne yapıyorlarsa yapsınlar, günahsa onların günahı, sizin onlara gücünüz yetmez.” Kur’an’da geçen kıssanın seyrinden onlara mealen şu karşılığın verildiğini anlıyoruz: “Biz de biliyoruz, bu azgınlara gücümüzün yetmeyeceğini ama bizler yarınki mahkemede bir mazeretimiz olsun istiyoruz.” Orada sorulduğunda mahkemenin yanılmaz Hâkimine, “Ya Rabbi mazeretimizle birlikte geldik. Evet, kötülüklerin önüne geçmeye gücümüz yetmedi ama sonuna kadar bu mütecavizleri vazgeçirmeye, alıkoymaya çalıştık.” diyebilmek istiyoruz.

Allah, Kitabında onların bu mazeretini kabul buyurduğunu ve cennetle mükafatlandırıldığını haber veriyor. Yani çabanın karşılığı tastamam ödenecektir.

Irkımız, mezhebimiz, meşrebimiz ne olursa olsun ilk önceliğimiz müslüman kalmaktır ve son nefeste de verdiğimiz söze uygun olarak ruhumuzu O’na teslim etmektir.

Aklımın yettiği günden bu tarafa yıllarım inancımı, gayemi, umudumu, amellerimi / eylemlerimi bu esasa göre tashih etmek ve çevremi o iklimle buluşturmak arzu ve gayretiyle geçti. Peygamberden başka hiçbir kişiyi, lideri, önderi idealize etmedim, irademi ipoteğe vermedim. Hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyerek hakikati tastamam olarak ifade etmeye çalıştığım için hiçbir grup, topluluk disiplinin içine sığmadım.

Bu vesilelerle bilmeyenlere tekrarla ifade ediyorum: Resmi bir ilahiyat eğitimim yok. En çok ilgi duyduğum disiplin de siyaset / yönetim bilimidir. Bu anlamda İslam’ın ilk müceddidi sayılan Ömer Bin Abdülaziz pirimdir, adalet mücahidi Ebu Hanife gibi alimler, İbn-i Haldun, ve Farabi gibi filozoflar da öğretmenlerimdir, Kur’an başta olmak üzere hayatı ve kainatı izah eden tüm kitaplar da ders müfredatımdır.

Yine de dini mevzularda kalem oynatmaya cesaret edemezdim. Ancak öyle çoraklaşmış, çölleşmiş bir zamana ulaştık ki, toprak o kadar suya muhtaç kaldı ki, bana da bu toprakları elimdeki ibrikle sulamak düştü. Eğer bu vazife bana kadar düşmüşse varın toplumun halini düşünün.

15-20 yıldır yaşamakta olduğumuz sosyal iklim beni daha çok Allah’ın dinini tedris etmeye, dinin hakikatleri üzerinde düşünmeye sevk etti. İlahiyat kesiminin sosyal iklimin çürütücü etkisine kapılarak rüzgârlarını yitirmeleri üzerimizdeki yükü daha da ağırlaştırdı.

Ortama yerleşen cübbeli cübbesiz o kadar kurtçuk her gün dinin özünü emip çürütmektedirler. Onlara karşı ilaçla mücadele ettiğini zanneden mektepli, alaylı bir ilahiyatçı zümre de mücadelelerinde hiçbir usul ve esasa riayet etmeyerek her değeri dümdüz ediyorlar. Abartı olarak görülse de sanki yeryüzünde bu dinin tabileri olarak sayabileceğimiz çok az insan kaldı gibi bir hissiyata sahibim. Bu durum hüznümü daha çok artırıyor.

Bir asırlık cumhuriyet döneminde dini alanla ilgili çok şeyler yaşandı. Yasaklar, hürriyetten mahrum bırakmalar, takibatlar, sürgünler, mahkumiyetler yaşandı. Fakat bunların hiçbirisi samimi müminlerin gayretini, direncini kırmadı, tam aksi daha çok biledi, mücadele alanlarına sevk etti. Sürgünden sürgüne gönderildiler, her türlü mağduriyete, zulme uğratıldılar ama asla mücadelelerinden vazgeçmediler.

Müminleri dışarıdan uyguladıkları baskılarla, yasaklarla, hapsetmelerle yıldıramayanlar bu sefer taktik değiştirdiler. Onların önüne iktidar nimetlerini sundular. İşte son yirmi yıl bu serencamının en kahırlı yıllarıdır. İçimizdeki kifayetsiz muhterislerin elinde tüm değerler anlamlarından soyuldu, tanınamaz hale getirildi. Azınlık bir grubun iktidar / güç sevdası uğruna bütün değerler paspas kılındı, üzerinden geçildi. Barış ve selamet dini olan İslam, azgın tayfanın siyasi ideolojilerine, iktidarına kurban verildi. Sosyal dünyamız o kadar karartıldı ve havasız bırakıldı ki, nefes alamaz hale geldik. Bundan yirmi yıl önceye kadar her gün İslam’a girenlerin haberlerini okurken tam tersi bir süreç başladı. Özellikle gençlerin başını çektiği kesimler fevç fevç dinden uzaklaştılar / uzaklaşıyorlar. İslam’a girmeye namzet olan milyonlar ise dinle buluşmadan uzaklaştırıldılar.

Müslümanlığın neşvünema bulması sosyal iklimin müsait olmasını gerektirir. İnsanlar bireysel olarak da dinlerini yaşarlar ama İslam bir cemaat dinidir. Bunu söylerken bugünkü klasik cemaat yapılarını kastetmiyorum. Bireysel olarak müslüman olmanın hazzını tatmamız için bile çevre şartlarının ona göre oluşması ve ıslah olması gerekir. Daha doğrusu o toplumun içerisinde yaşarken her yerde İslam’ın bir nişanesi olmalı, her cadde ve sokağına İslam’ın kokusu sinmelidir. Bu anlamda İslam asla Hristiyanlıkla kıyaslanamaz.

Din karşıtları dışarıdan yapamadıklarını, müslüman toplumun içine girerek başardılar. Peki, şimdi bu çerçeveden tekrar düşünelim, benim gibi Müslümanlık iddiası olanlar için bugün yapılması elzem olan amel / eylem ne olmalıdır? Bu topraklarda ırkımız, mezhebimiz, meşrebimiz, partimiz, cemaatimiz ne olursa olsun İslam’ın ikliminden mahrum kalırsak hangi başarı bizi sevindirebilir? Bugün her müslüman bu soruyu ciddi bir şekilde kendine sormalı ve rızaya uygun bir cevap üretmelidir. Irki gayretlerimizin inançlarımızı gölgede bıraktığı bu dönemde bu sorunun cevabının ne kadar önemli olduğunu bir daha düşünelim lütfen. Bizler sonuca değil, sürece bakarız. Verdiğimiz mücadelenin sonucunun nasıl tahakkuk edeceğinin hesabını yapmayız, işimizi yapar sonucu, sonuç tayin edicinin taktirine bırakırız. Belki de insanlık olarak Allah-u a’lem dönülmez bir yolun sonuna gelmişizdir. Bize düşen son nefese kadar Allah’ın arzusu olan ameli salihte (faydalı eylemler) bulunmaktır, öte taraftaki mahkemeye mazeret bırakmaktır.

Bunları Okudunuz Mu?

1 yorum

Ahmet Toprak 14 Mart 2025 - 23:57

Çok enfes bir muhasebe yapmış yazar. Kendisini gönülden kutluyor, yürüdüğü uzun ve ince yolda gece gündüz selametle menzil u maksuduna kavuşmasını diliyoruz.
İfadelerinden “münzevi bir sosyal bilimci” olarak kendisini tanımlasa da yazarın aynı zamanda kabına sığmayan bir aksiyon adamı ve toplumun önünde kollarını makas gibi açarak “Durun kalabalıklar! Bu cadde çıkmaz sokak”diyen bir dava adamı olduğu satır aralarında anlaşılıyor. Topluma kayb ettiği değerleri kazandırmak için çırpınan bu güzel gönüller var oldukça ufkumuz kararmayacak, yeni fecirler tulu edecektir. Sağolsun. Varolsun.

Cevapla

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept