Bugün Müslümanlar olarak yoksun kalıp, hava ve su kadar ihtiyaç duyduğumuz nimet “dürüst, adil, emin” olma hali. Nimet denilince insanlar genellikle maddi kazanımlar olarak anlıyorlar. Halbuki insana verilecek en büyük nimet, onu manen yüceltecek olan karakteridir; manevi kazanımlarıdır.
Malum, Hz. Peygamber Hud Suresinin “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayeti inince sahabesine “Bu Hud Suresi beni kocalttı” diye ifade buyurmuştur. İman edenler bilirler ki, Hz. Peygamberin bir istikamet problemi yoktu. Onun tüm hal ve hareketleri Allah’ın denetimi altındaydı. Ufak kusurları bile hemen tashih ediliyordu. Tüm endişesi ümmetiydi. İnsan için en büyük problemin “İstikamet” olduğunun farkındaydı. İstikametten milimetrik bir sapmanın ivmesinin gittikçe büyüyeceğini ve bir süre sonra istikametten tamamen sapacağını biliyordu. Onun için de endişelendi. Endişesinde ne kadar haklı olduğu anlamak için uzun yıllar beklemeye gerek yoktu. İrtihalinin üzerinden fazla bir süre geçmeden inanma iddiasındaki nice insanların istikamet sapmasına uğradığı bir gerçektir.
Onun için burada onlarca defa ifade ettim. Bir daha tekrarlıyorum; İnsanların Allah’a müteveccih olan ibadetleri kendisi ile Allah arasındaki bir ilişkidir; biz diğer insanları ilgilendirmez. Kişinin bizi ilgilendiren tarafı, “Eminliği, dürüstlüğü, samimiyeti, adalet anlayışıdır.” Kişinin bizim gibi insanlar nezdindeki kıymeti/değeri bunun üzerinden ölçülür, kıymetlendirilir.
Fakat ne yazık ki, sanki bu temel hasletleri unutmuş gibiyiz. Kişinin Allah ile kendi arasında kalacak olan bir takım dini ritüellerini insanların gözlerinin içine batıra batıra, “ne kadar dindar olduğunu” öne çıkarma gayreti dışarıda teveccüh gördüğü için riyakarlık daha çok pirim yapıyor. Bu durum kişide sapmayı önlemek bir yana daha çok besliyor.
Evet, iftiharla göğsümüzde bir madalya olarak taşıyacağımız hasletlerimiz, dışımızdaki insanların bize duydukları güven ve itimattır. En makbul etiket budur.
Malum, Dâru’n-Nedve denilen Mekke Müşrik Meclisi, içlerinden en zeki birisini görevlendirip Hz. Peygamberin yanına gönderiyorlar; “Bugüne kadar düşündük, taşındık, Muhammed için bir türlü uygun bir sıfat bulamadık. yapıştırdığımız tüm etiketler boşa çıktı; inandırıcı olmadı. Çünkü ona ‘Eminlik’ sıfatını biz vermiştik. Şimdi aksini nasıl iddia edebiliriz? Git uygun bir sıfat bul!” Ve o zat Allah Resulüne gidiyor; Ona sorular sorarak konuşturmaya çalışıyor; Hz. Peygamber onunla mugalataya girmeden tüm sorularına Kur’an’dan ayetlerle cevap veriyor. Bundan çok etkilenen zat, elini Hz. Peygamberin ağzına götürerek, “Ya Muhammed ne olur sus artık, yeter” deyip oradan ayrılıp meclise geldi. Arkadaşlarına, “Gelin ona bir sıfat uydurma/etiket yapıştırma hevesinden vazgeçelim. Çünkü düşündüğünüz hiçbir etiket ona yapışmıyor. Konuştukları beşer lafzı gibi durmuyor.”
Azgın heyet bu teklife çok sert tepki verince, malum zat ağız değiştirerek Hz. Peygambere bir etiket uydurdu. Ve Cenab-ı Allah’ın buna tepkisi çok ağır oldu. Çünkü kendi kendileriyle çelişkiye düşmüşlerdi. Ona “Eminlik” sıfatını veren onlardı. Şimdi kendilerini tekzip ederek iftira atıyorlardı.
Evet, hiçbir etiket yapışmadı “eminlik” etiketi dışında…
Bu sıfat yakıştırma sadece bugünün; o günün problemi değildi; kadim bir problemdi. Hemen hemen bütün Peygamberlere ve onların varisleri olan alimlere yapılmıştı.
Şuayp Peygamberin kavmi caddelerde oturup gelip geçenlere “dikkat edin bu Şuayp yalancıdır; sizleri de kandırmasın” derlerdi.
Yine Firavun Musa için halkına şunu diyordu; “Musa yalan söylüyor; sizi aldatıyor. İktidarı ele geçirip hükümran olmak istiyor; haindir, teröristtir”
Bugün bakıyorum çok şey değişmemiş. Yine siyasi muhaliflerimizi alt etmek için sıfat/etiket arıyoruz. En uygun düşeni bulup yapıştırmak istiyoruz. Şunu hesap edemiyorlar ahmaklar; “Uygun düşmeyecek hiçbir etiket kalıcı olamaz.”