Toplumlarını Hak ve Adaletle Yönetemeyenler Zulüm Ekerler

by Fahrettin Dağlı

Zaman zaman sosyal medya paylaşımlarında iktidar yanlısı muhafazakarların iktidara övgü dolu hamasi ifadelerine rastlıyorum.

İktidarın Türkiye’yi nereden alıp nereye getirdiğini şu misaller üzerinden ispata çalışıyorlar:

“Türkiye artık kendi arabasını, gemisini yapıyor, İHA ve SİHA dahil olmak üzere pek çok savunma aracını kendi imkanlarıyla yapmaya başladı. Uzaya astronot göndermek dahil pek çok işi başardı. Ülkeyi akaryakıt yükünden kurtaracak doğal gaz ve petrol çıkarmaya başladı vs.”

Ne hikmetse başarı olarak kaydettiklerinin içinde hukuk, ahlaki üstünlük, dindarlık anlamında bir başarıdan ve insan haklarına riayet edildiğinden hiçbir bahis yok. İşte bu durum Türkiye Müslümanlarının nereden nereye savrulduğunun en önemli göstergelerinden biridir.

Halbuki Allah, toplumların sosyal, ekonomik ve ahlaki gelişimlerini veya tükenişlerini o toplumların duruşlarına, ahlaki davranışlarına bağlamıştır. Gelişmenin esas motoru toplumların ahlaki üstünlüğüdür. Adil idarecilerin idare ettiği toplumlar hem ekonomik ve hem de sosyal anlamda çok kısa zamanda büyük başarılar elde etmişlerdir. Gelişmenin bir zahir, teknik ve bir de metafizik boyutu vardır. Yani, çift kanatlıdır. Ne kadar imkana sahip olursanız olun eğer adil bir yönetimle idare edilmiyorsanız bu imkanlar refaha değil, haksızlığa, zulme, vesile / alet olur.

Mesela, bu arkadaşların acaba milli hasılanın topluma nasıl dağıtıldığından haberleri var mı? Yıllık üretilen hasılanın %50-60’ı nüfusun %20’si, %40-50’si de %80’i arasında bölüştürülmektedir. Bu derece haksız, hukuksuz paylaşımın yapıldığı bir ülkede kul haklarına tecavüz edilmiş olmuyor mu? Böyle bir toplumda herhangi olumlu bir gelişmeden bahsedilebilir mi? Allah’ın haklar sıralamasının başına koyduğu hakkın, kul hakları olduğundan haberleri yok mu?

Gerçekleştiğini varsaysak bile her insan için ve özelde her müslüman için son derece önemli olan bir insani hali ıskalayarak adaletten mahrum bir maddi kalkınmayı övgü vesilesi yapmanın bir izahı olabilir mi? Kaldı ki ülkemiz maddi gelişme alanında da dünya sıralamasında her yıl sonlara doğru düşmektedir.

Elbette bu insani dönüşüm sadece bugünün meselesi değildir, kadim bir insanlık problemidir. Hz. Peygambere kadar Allah, kavimlerinin bu sapmalarını ıslah etmeleri için peygamberler göndermiştir.

Bundan sonra peygamber gelmeyeceğine göre bu misyonu toplumun içindeki alimler / bilginler yüklenecektir. İnsani sapmalara karşı içinde yaşadıkları toplumu tashih / ıslah edeceklerdir.

Dinin, toplumları sosyal, ekonomik, ahlaki anlamda kemale ulaştırma gibi bir iddiası var. Bu iddianın gerçekleşmesi için insanoğluna peygamberleri aracılığıyla kitaplar gönderilmiş, toplumların kendilerini ıslah etmelerinin yol ve yöntemleri gösterilmiştir.

Peygamberlerden sonra bırakılan mirasın, ahlaki hastalıklara, sapmalara reçete olamaması Kitapların ve Peygamberlerin bir kusuru ve eksiği değil biz insanların o düzeyde bir bilgiye, samimiyete, hikmete sahip olmayışımızdandır.

Tarihte nadir insanlar bu hikmete erişmişler ve çok önemli örneklikler bırakmışlardır. Bunlardan biri de şüphesiz Ömer Bin Abdülaziz’dir. Malum, Ömer’den önceki Emevi halifeleri döneminde hükmedilen alan genişlemiş, önemli eserler inşa edilmiş, yani, maddi ümran önemli derecede geliştirilmişti. Ancak hukuksuzlukları nedeniyle toplumun önemli bir çoğunluğu maddi refahtan adil pay alamıyor ve inandıklarını özgür bir şekilde ifade etmekten çekiniyorlardı ve dolayısıyla da mutsuzlardı. İşte bu durumun farkında olan bilgin ve tecrübeli siyasetçi Hz. Ömer’in torunu Ömer B. Abdülaziz’in ilk icraatı, bu yolsuz, hakkaniyetsiz sosyal ve ekonomik döngüyü tashih etmek olmuştur. Daha önceki halifelerin egemenlik sahalarını genişletmek ve ganimet adı altında sözümona fethettikleri toprakları gaspetmek gibi uygulamalarını durdurmuş, orduları geri çektirmiştir. Halklarına adil davranmayan idarecileri görevden almış, yerlerine daha adil olanları tayin etmiştir. Kendisinden önceki halifeler döneminde siyasetin propaganda ve toplumsal ayrıştırmanın merkezleri haline getirilen mabetleri tekrar eski hüviyetine kavuşturmuştur.

İşte bu 2,5 yıllık adil idare, toplumunu 25 yıl ileriye götürmüş ve o toplum çok kısa zamanda ekonomik refahını temin etmiş, sosyal itminana kavuşmuştur. Bu adil yönetim, mucizevi bir şekilde üretim bolluğunu oluşturmuş ve tarihçileri hayrete düşüren bir ekonomik kalkınmanın neticesi olarak Emevi coğrafyasında zekat verilebilecek kimseyi bırakmamıştır.

Aynı zamanda kendisinden sonra gelecek olan idarecilere de örnek olmuştur. Allahualem, sonradan Emeviler tarafından kurulan Endülüs Emevi Devleti de dede, torun Ömerlerin bıraktıkları mirastan ilham almıştır.

Şimdi tekrar başa dönüp bugünümüzü bu hakikatin ışığında tekrar değerlendirelim. Bu kadar yaşanmış hakikate rağmen buna gözlerini, kulaklarını kapatarak, aklının üstünü örterek hakikate muhalif yargılarda bulunmak ya ciddi bir cehaletten veya hastalıklı bir politik asabiyeden kaynaklanmaktadır.

Malum kesimde adeta şöyle bir haleti ruhiye hakim: Kendilerini, iktidar kaybederlerse -hâşâ- din yenilecekmiş, dindarlar dünyalık kazanımlarını kaybedeceklermiş gibi tamamen enfüsi sebeplere dayanan korku ve endişelerle hareket etmeye mecbur hissetmekteler.

Halbuki bunu tam da tersinden düşünmek gerekir: Bugün bu iktidar nimeti bizim elimizde, yani bizim emanetimizde. Biz bu nimeti adil, dürüst, şeffaf bir şekilde kullanmalıyız ki, hem iktidar ömrümüz uzun olsun ve hem de bizden sonra gelecek olanlara rövanş alma sebebi oluşturacak bir siyasal miras bırakmayalım.

İşte bugün iktidar mensupları bu emaneti hakkın ve adaletin emrine vermedikleri ve onun semeresini devşiremedikleri için bir iktidar değişikliğinden korkuyorlar. Bu korku ve endişeyle, başta ifade ettiğim gibi akla ziyan örnekler üzerinden kendilerine bir başarı hikayesi yazmaya çalışıyorlar. Halbuki böyle yapmakla kendilerinden sonra başlarına gelecek olanların tohumlarını ekiyorlar. Zulüm ekerlerse başka bir şey değil zulüm biçecekler.

En önemli vazife, hukuku iktidarın emrine değil, iktidarı hukukun emrine vermektir. Yöneticiler, iktidarlarını yaşatmakla değil, idare ettikleri toplumun hak ve hukuklarını gözetmek ve refah içinde sürdürmekle mükellefler.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept