Türkiye’de Dindarlık İrtifa Kaybediyor

by Fahrettin Dağlı

İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) ve Ankara Enstitüsü ortaklığıyla “Türkiye’de Dindarlık Algısı” araştırma raporu yayınlandı. Rapora göre Türkiye’de dini ritüelleri yerine getirmede ve genel olarak dindarlıkta azalma olduğu dikkat çekiyor. Katılımcıların büyük çoğunluğu dindarlığın azaldığı konusunda hemfikir. Rapora yansıyan diğer önemli bir konu da Diyanet’e ve Dini Cemaat ve Tarikatlere olan güvenin azalmış olması (Yazımı sayısal verilerle boğmamak adına raporun web adresini aşağıda paylaşacağım.).

Bizce malum olan tespitlerin saha araştırmasıyla örtüşüyor olması gözlemlerimizin bilimsel verilerle desteklendiğini ortaya koydu.

Birkaç gün önce konuşmacı olarak bulunduğum bir forumda oturum yöneticisi arkadaşın “Türkiye’deki dindarlar” diye başlayan bir sorusuna karşılık ben de şunu sordum: Sizce “dindarlık nedir?” veya “dindar kişi” deyince ne anlıyorsunuz?

Bu soru önemlidir ve verilecek cevapların da isabetli olabilmesi için bu anlama uygun bir şekilde verilmesi gerekir.

Her kavramın bir manası, ruhu vardır. Bir kavramla ilgili müzakerelerden fayda hasıl olması için doğru kullanılması şarttır.

Türkiye’de “dindar” denilince daha çok anlaşılan mana şudur: İslam’ın temel şartları olarak bilinen beş şartı yerine getiren kişiler. Bu şartlardan zekât hariç diğerleri Allah ile kul arasındaki ubudiyetle ilgilidir. Allah’a müteveccihtir. Halbuki dindarlığın toplumsal görünürlüğü ise toplumsal ilişki / muamelat hukuku ile ortaya çıkar. Yani kişinin dindarlığı ile ilgili gözlemimiz, ölçümümüz kişinin toplumsal ilişkilerdeki durumu ile ilgilidir. Onun için de Hz. Ömer, bir kişinin dindarlığını ölçmenin ve bir kanaat sahibi olmanın üç temel sorunun cevap bulmasıyla mümkün olduğunu söyler.

Beraber yolculuk yaptınız mı?

Alış-verişte bulundunuz mu?

Komşuluk ve arkadaşlık yaptınız mı?

Sorularına verilecek cevaplar Hz. Ömer’e göre dindarlığı ölçmekte önemli kriterlerdir.

Bunun açılımı şudur:

Toplumun hukukunu gözetiyor mu?

Haksızlık karşısında tepki veriyor mu?

Kul haklarına giriyor mu? Yalan söylüyor mu?

İnsanları aldatıyor mu?

Hırsızlık, yolsuzluk yapıyor mu?

Rüşvet alıp, veriyor mu?

Hal ve hareketleri toplumda güvenirlik ihsas ediyor mu?

Komşularıyla ve ilişki halinde bulunduğu diğer kişilerle olan münasebetlerinde insani değerlere uyuyor mu?

Malından yoksulların hakkı olan zekatı veriyor mu? vs…

Bu çerçevede Türkiye’deki dindarlık çıtasına baktığımızda önemli bir irtifa kaybının olduğunu görmek için sosyolog, sosyal çalışmacı, teolog olmaya gerek yoktur herhalde. Vasat bir gözleme ve kültüre sahip herkes bu tespiti rahat bir şekilde müşahede edebilir.

Araştırma kuruluşlarının verileri her ne kadar bir tablo ortaya koyuyorsa da mevcut manzarayı tam olarak tasvir etmemektedir.

Seçilen deneklerin ne kadar isabetli seçildiği, soruların mahiyeti konusunda ne kadar bilgi ve gözleme sahip oldukları önemli bir handikaptır. Ancak buna rağmen ortaya çıkan veriler yine de bugüne kadar yaptığım gözlemleri teyit eder durumda.

Yukarıda kriterlerini sıraladığım anlamda dindarlık düzeyi önemli derecede düşmüştür. Araştırma kuruluşunun verilerinin ortaya koyduğu tablodan dindarlık seviyesi anlamında daha olumsuz sonuçlarının olduğu kanaatindeyim. Mesela, “deneklerin %50’si Allah’a inanmanın dindarlığın en önemli kriteri olduğunu” olduğunu ifade etmişler. Gerçi burada deneklerin önüne konulan şıklarda da problem olduğu görülüyor. Yani, cevabı aranan soruya karşılık vermiyor. Halbuki yukarıda da ifade ettiğim gibi dindarlığın en önemli göstergesi diğer insanlara görünür olan kısmıdır. Yani, insanlarla olan hukuklarının düzeyidir.

Son on yılda yapılan saha araştırmalarının hepsi Türkiye’de dindarlığın irtifa kaybettiğini teyit etmektedir. Burada asıl önemli olan başka bir soru, bu olumsuz gelişmeyi tetikleyen temel etkenlerin ne olduğudur. Aklı başında, özgür ve sağlıklı gözlem yapabilme kabiliyetine sahip herkes, bu gelişmedeki en önemli etkenin siyasal iktidarın politikaları ve uygulamaları neticesinde oluşan sosyal iklim olduğunu kabul etmektedirler.

Kısmen ANAP hükümetleriyle başlayan “dindarların siyasal iktidarlarla kurdukları ilişki” AKP hükümetleriyle daha bir üst düzeye taşınmıştır. Sivil aktörlerin önemli bir kısmı siyasal alana dahil edilmiş ve yine o güne kadar önleri açılmayan dindar kamu görevlileri de bürokratik kademelere yükselme imkanı bulmuşlardır.

Ayrıca vakıf, dernek, dergâh çatıları altında örgütlenen toplulukların bir şekilde iktidar imkanlarına ulaşmalarının önündeki engeller kaldırılarak daha rahat bir şekilde istifade etmeleri sağlanmıştır. İşte Türkiye’deki dindarlık ölçütlerinin aşağıya doğru seyretmesinin miladi bu yıllardır.

2002 Kasımında iktidara gelen AKP, İstanbul BŞ Belediye Başkanlığı döneminde edindiği olumsuz tecrübeyi genel yönetime taşımıştır. Adeta bugüne kadar mahrum bırakıldıkları kamu imkanlarından yararlanamamış olmalarını telafi eder gibi ölçüsüzce, kuralsızca imkan kaynaklarına yanaşmışlardır. O güne kadar kendi öz imkanlarıyla hizmetlerini ifa eden sivil kurum ve kuruluşlar artık arazi, arsa tahsisi dahil olmak üzere bütün kamu imkanlarını usulsüzce kullanmışlardır. Bürokrasideki elemanlar da kamuda yükselmek, ilave kamu imkanları temin etmek için iktidar aktörleriyle farklı ilişki biçimleri geliştirmişlerdir. Yukarıda ifade ettiğim gibi İBŞ Belediye çalışanları oradaki belediye uygulamasından edindikleri olumsuz kültürü genel yönetime taşımışlardır. Bu kadro, hukuk sevmez ve kuralsızca yönetmeye iştahlı bir ekipti. Aynı kültürü, ahlakı Ankara’ya taşıdılar. O güne kadar sadece İstanbul için hasıl ettikleri iklimi Türkiye geneline yaydılar. Herkesin iştahını kabarttılar. Ve o güne kadar devletle çok fazla barışık olmayan toplumsal kesimler devlete yanaşma düzeni aldılar. Her topluluk, iktidara yakınlığı ve sahip olduğu insan gücü nispetinde imkanlardan yararlanmaya başladı. Eskiden öz kaynaklarıyla hizmetlerini yürütenler de bundan sonra devletin eline bakmaya başladılar. İşte bu dönemi Türkiye dindarlığı açısından bir değişimin miladı olarak görüyorum. Bir müslüman olarak insanın değişimini etkileyen en önemli faktörün haram edinimler olduğu kanaatindeyim. Hele hele bu haramlar kamu kaynakları üzerinden ediniliyorsa bunun haram yükü, o ülkenin nüfusu kadardır.

Birincisiyle paralel olarak düşünebileceğimiz diğer bir önemli bir husus, ülkenin dindar diye bilinen kesiminin iktidar tarafından işlenen hukuksuzluklara karşı ya suskun kalması ya da arka çıkmasının doğurduğu sapmadır. Dinin Peygamberi kötülüklere karşı müslümanın tavrını şöyle izah etmiştir: “Kötülüklere elinizle, ona gücünüz yetmiyorsa dilinizle karşı durun ve ona da güç getirmiyorsanız kalbinizle buğz edin.” Buyurun bu ülkenin müslümanlarını bu ölçüye vurun ve çıkan neticeyi mevcut tabloyla karşılaştırın. Gözlemlediğimiz öyle bir tablo ki, bırakınız eli ve diliyle kötülüklerin önüne geçmeyi, kalbiyle dahi buğz etmeyen ve hatta zulmün arkasında duran milyonlar var.

Ez cümle, konunun araştırma kuruluşlarının yaptıkları anketleme çalışmalarında ortaya koydukları ölçülebilir sebepleri aşan bir metafizik boyut var. Bunu hesaba katmayanların tespitleri, yorumları nakısa ile maluldür.

https://ipc.sabanciuniv.edu/Content/Images/CKeditorImages/20231103-15111939.pdf?fbclid=IwAR2X7_4wYu_yNZ-kLCPdRfWuKtPc9AzGfOWahFxS8VWEgUeV0Bnj1hZYS5Q

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept