Ak Parti’nin Elinde Neden Bütün Anlamlar Hastalıklı Hale Geldi?

by Fahrettin Dağlı

Bu başlık bana ait değil halen iktidara yakın bir gazetede yazı yazan bir kadın yazarın 2009’daki köşe yazısına aittir.

Hanımefendi bu başlığı atmış ama anlamsızlaşmanın derin sebepleri üzerinde durmayıp sadece birtakım alıntılar yapmakla yetindiğinden bu önemli başlığı anlamsız bırakmış. O gün de yazdım. Üzerinden 16 yıl geçtikten sonra yine yazma ihtiyacı duyuyorum. Çünkü bu kadın yazar halen iktidar politikalarını destekleyen aynı gazetede yazmaya devam ediyor. Bugün, o başlığın atıldığı günden daha netameli, daha anlamsız bir döneme savrulduk.

Müslümanlar artık meseleleri ele alırken, nereden, nasıl kaynaklandığını, metafizik yasaların işleyişiyle ilgisinin ne olduğunu düşünüp tefekkür ederek ilerleyip hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeyerek zihinlerinde belirenleri kamuoyu paylaşmak ve tehlike arzeden bir husus varsa bunu ilgililerine duyurup ikaz etmek şeklinde bir yol takip etmiyorlar.

15 Temmuz felaketinden önce gelmekte olan tehlike konusunda toplumun bazı elitlerine ulaşıp tehlikeyi haber verdiğimde ve bu tehlikeleri bertaraf edecek inisiyatifleri almayı teklif ettiğimde bana söylenen “haklısınız, inisiyatif alınması gerekir ama bu çalışmanın iktidara bir zararı olur mu?” idi. Onlara “Elbette birinci derecede muhatabımız iktidardır ve uyarılara en çok muhtaç olanlar da onlardır. Biz kendi üzerimize düşeni yapar ve sonuçlarla ilgilenmeyiz.” diye cevap verdiğimde de buna yanaşmadılar.

Peki, sadece tespit/teşhis/tanı yeterli mi? Çözüm/tedavi/müdahale konularında neler yapılması gerektiği ortaya konulmalı değil mi? Derunumuzda bir metafizik algı varsa bunu da muhatabımız olan müslüman yöneticilere duyurmamız, takip etmemiz gerekmez mi? Bu durum dinin bize yüklediği bir mükellefiyet değil mi?

İşte bu anlamda o günün şartlarında bu sorumluğu idrak edip cesaret ahlakını kuşanarak iktidar sahiplerine gerekli ikazlarda bulunan çıkmadı. Hele 15 Temmuz’dan sonra malum zevat sinerek, iktidarın politikalarına söz söylemeyerek, köşelerine çekildi ve entelektüel hazlarını tatmin etmeye devam ettiler. Ortamın biraz yumuşamasıyla birlikte kürsülerine ve köşelerine kurulan zevat yine esaslı bir cümle kurmak, iktidar sahiplerini murakabe ve muhasebeye davet etmek yerine oluşturulan suni gündemlere takılarak “bakın ben de muhalefet ediyorum” kaydını düştüler.

Şimdi gelelim başlığımız olan “Ak Parti’nin elinde bütün anlamların neden hastalıklı hale geldiğine:

Önemine binaen iki üç yazımda da ısrarla tekrarladığım Farabi’nin “köklü bir metafizik olmadan siyaset olmaz” hikmetli ifadesi çerçevesinde bu soruya anlamlı bir cevap arayacağım.

Başımıza her ne geliyorsa metafizik yasalardan bağımsız değildir. Düşünen / tefekkür eden / akleden zihinler için sebep-sonuç ilişkisini çözmek çok da zor olmayacaktır.

“Bu da demektir ki, halkı habersizken, rabbin haksızlıkla ülkeleri helâk etmez.” (En’âm:131)

Bu ayetin bize mesajı: Başımıza gelenlerin haberleri önceden bize duyurulmuştu. Bizden önce yaşamış kavimlerin kıssaları bize nakledilmiş, kendilerine yapılan tüm uyarı ve ikazlara kayıtsız kalan kavimlerin acı sonun gelmesine kapı araladıkları duyurulmuştur. Yani ‘siz de aynı hataları tekrarlarsınız sizin de başınıza gelecek olan aynı akıbettir’ denilmiştir.

Peki AKP iktidarı ne yaptı veya yapmadı da bu kadar büyük bir toplumsal tahribata maruz kaldık?

İşte burada sadece kamu malları üzerinden yapılan yolsuzluğa, harama atıf yapmakla yetineceğim.

Zaman zaman dostlarımla iktidarın serencamını konuşurken bu sürecin miladını, iktidar oldukları 3 Kasım 2002 tarihi ile değil, İstanbul BŞ Belediyesi’nin RP’nin eline geçmesiyle başlatmanın doğru olduğunu söylüyorum.

Şimdi 2002 Kasımının öncesine gidelim. Allah bu kadroya ilk önce Türkiye’nin en büyük ilini yönetmeyi nasip etti. Güvenilir kaynaklarımdan aldığım bilgi özetle şöyleydi: İstanbul BŞ Belediyesinde görevi devraldıkları ilk iki yıl gerçekten yasalara, hukuka, helal ve haramlara dikkat ederek çalıştılar. Öyle ki, çok kısa bir zamanda bunun olumlu sonuçları görülmeye başlandı. Konuyla az çok ilgisi olan herkes bu hakkı teslim eder. Bu pozitif iklim RP’nin diğer belediyelerine de yansıdı ve oralarda da aynı sonuçlar elde edildi. Sonraki seçimlerde halk bu performansı görerek RP’ye daha çok rağbet etti. Daha sonraki genel seçimlerde elde ettikleri teveccüh bir bakıma bu iklimin bir sonucudur.

Ancak malum, Allah her verdiği nimetin devamında sınavlar koyar. Yani, verilen nimetleri nasıl kullandığınız da bir nevi sınavdır. Hiçbir nimet karşılıksız olmaz, şükür gerektirir. İktidar sahiplerinin şükrü de halkına adil / eşit davranmak, kamunun hak ve hukuklarını gözetmektir.

İşte aralara konulan sınavlar bu şükrün ifa edilip edilmediğini ölçer, yardım ve inayetin devamı da bu sınavların başarıyla verilip verilmediğiyle ilgilidir. Şeytanın yaklaşımlarına nasıl cevap verdiğimiz de işin sonucunu etkiler.

İşte kaynaklarımdan öğrendiğim o ki, iki yıl sonra bir sınav konusu oluştu. O günün belediye aktörlerinin kulağına şu fısıldandı: “Siz şu kadar bütçeye sahip bir ili idare ediyorsunuz, muazzam rant kaynaklarınız var. Sizden öncekiler bu rantı kendilerine transfer ettiler. Siz de bir havuz oluşturarak, bunu kendi siyasal çalışmalarınız için bir finans kaynağı olarak kullanabilirsiniz.”

İlk zamanlar belediyeyle çalışan her müteşebbis / müteahhit bu faaliyetlerinden kazandıkları üzerinden belirlenmiş oranları hesaplayarak çıkan miktarı getirip ortak havuza yatırdılar. Bir süre sonra toplanan bu paralar iştahları kabarttı. Bir yandan havuzu beslerken diğer taraftan da şahsi havuzlarını da doldurmaya başladılar.

İşte ilk sınav şeytanın sağdan yaklaşmasıyla, telkiniyle kaybedildi. Adaletten, hukuktan uzaklaşmaya başlandı, haram edinimler bünyeleri zehirledi. Ondan sonrası ise çorap söküğü gibi geldi. AK Parti kadroları enfekte olmuş bu hal üzere Ankara siyasetine taşındılar. Eskiden sadece İstanbul Belediyesi ile sınırlı olan rant kaynakları genel yönetimin ele geçmesiyle daha da büyüdü. Ve orada edinilen olumsuz tecrübe ve ahlak Ankara siyasetinde yerini aldı. Bu durum hem Ankara ve Anadolu’daki siyaseti ve hem de o güne kadar iktidar imkanlarından uzak kalmış bürokratik kadroları da enfekte etti.

Ondan sonra gelişen kirlenme sürecini içeriden izleyen birisi olarak bu yönetme usul, esas ve ahlakın, siyasi kadroyla beraber yol yürüyenleri nasıl bir savrulmaya uğrattığına, tanınamaz hale getirdiğine şahitlik edenlerden biriyim. Benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Bu meşum gidişatın hayra alamet olmadığını çevreme duyurmaya çalışmama rağmen ne yazık ki başarısız oldum, yeterli destek alamadım. Çaresiz gemiden atlayarak kendimi tehlikeden kurtarmaya çalıştım. Sonuçta “Titanik” gücüne sahip olduğu iddiasında olanlar büyük bir kayaya çarparak param parça oldular. Şu anda dışarıdan ithal edilen yabancı parçalarla gemi yürütülmeye çalışılmaktadır. Ruhunu /anlamını kaybetmiş iskelet ise duruyor.

Bu kadar kirlenme ve böyle bir iktidar yapma anlayışının sonucunda anlam dünyamızda hangi güzelliğin nasıl neşvünema bulmasını umut edebiliriz? Arpa ektik de buğday mı biçeceğiz?

Az çok Kur’an’la ünsiyeti olan herkes bu yaşanmakta olan akıbetin kaçınılmaz olduğunu bilebilir. Ama eriştiğimiz dünyevi imkanlar bu meşum gidişatı görmemizin önüne geçti. Gözler görmüyor, kulaklar işitmiyor, kalpler akletmiyordu. İşte bu da metafizik yasaların bir sonucudur. Zulmü, haksızlığı görmemek ve işitmemek için gözlerini ve kulaklarını kapatanlar sonradan mana aleminde gerçeğe karşı kör ve sağır kaldılar.

Yazısına o gün sözkonusu başlığı koyan hanımefendi halen iktidar politikalarını aklayan, hakka hukuka kasteden sözkonusu gazetede yazmaya devam ediyor. Aradan 16 yıl geçmiş ve ne yazık ki, o günlere nispetle bugün anlam dünyasının hastalıkları kronikleşmiştir artık. Ne adalet, ne ahlak, ne samimiyet ve ne de ihlas kalmıştır.

Kendilerine de, idare ettikleri topluma da yazık ettiler.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept