Bir Hadis ve Düşündürdükleri

by Fahrettin Dağlı

Türkiye’deki müslümanların dönüşüm süreçlerini dinin referansları üzerinden bilgi ve tecrübem ışığında analiz etmeye devam edeceğim.

Daha önceki yazılarımda dönüşümün farklı veçhelerini yazmıştım. Bu sefer biraz da problemlerin ana omurgasını oluşturan veçhesini misallerle izah etmeye çalışacağım.

Müslümanlar iktidar / güç sahibi olduklarında onları bekleyen en önemli tehlike, “dünyevileşme” diye tanımlanan kadim bir insanlık problemidir. Öyle ki bidayetten bu yana insanlığın kadim problemi olan bu tehlike müslüman toplumları da derinden etkilemiştir. İngiliz düşünce tarihinin en önemli figürlerinden biri olan Lord Acton 1887’de bir Anglikan piskoposuna yazdığı mektupta haklı olarak, “Güç yozlaştırma eğilimindedir ve mutlak güç kesinlikle yozlaştırır.” demiştir.

Hz. Peygamber ise ondan on iki asır önce müslüman toplumlar için bu tehlikeye dikkat çekmiştir. Konuyla ilgili meşhur hadis şöyledir:

“Yakında milletler, başkalarını yemek sofralarına davet ettikleri gibi, size karşı savaşmak için birbirlerini davet edecekler.”

Sahabeden birisi: “Bu durum, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” diye sordu.

Rasûlullah, “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çerçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden korku hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” diye buyurdu.

Başka bir sahabe: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca:

Hz. Peygamber: “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu.

Bu kıssada anahtar kelime “vehn”dir. Ashabın sormasından anlıyoruz ki, o güne kadar Araplar arasında bu kelime ilk defa Rasûlullah tarafından dile getirilmiştir. Yani, Arapça lügata bu vesileyle giren bir kelimedir.

Peygamberin kelimeyi açıklarken yaptığı izaha dikkat edelim: “Dünyayı fazlaca sevmek (dünyevileşmek) ve ölümü kötü görmektir.”

Allah, inananlara dünya ve ahiret için bir denge denetim mizanı koymuş. Rasûlullah bu mizanın ölçüsünü şu veciz ifadeyle bir kalıba dönüştürmüş: “Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya ve yarın ölecek gibi ahiret için çalışmak…”

Ölümden korkmak nedir? Normal şartlarda inansın inanmasın her insan ağızların tadını kaçıran ölümden korkar. Burada Peygamberin kastettiği ne olabilir?

Bu dünyada yaşamak, peşinen bazı riskleri göğüslemeyi, adil yönetim, barış, mutluluk ve refah için mücadele etmeyi, Hz. Musa gibi Firavunun, Hz. Muhammed (sav) gibi Mekke’deki aristokratik zalim müşrik düzenin karşısında muazzam bir yük yüklenmeyi gerektirir.

Dünyevileşme beraberinde zenginleşmeyi, konforu ve rehaveti getirir. Haliyle insan bu refahı, konforu kaybetmek istemez ve onun için de daha çok yaşamak ister. Daha çok yaşama arzusu duyan insan risk almaya razı olmaz. Onun için de “gelen ağam, giden paşam” anlayışıyla “ne etliye ne sütlüye dokunmadan bu dünyanın imkanlarından daha çok istifade etme arzusuyla teslimiyetçi bir psikolojiye mahkum olur.

Şimdi gelin bu hadisin işaret ettiği gerçeği bugünün toplumuna ayna olarak tutalım, bakalım ne göreceğiz?

Toplumumuzun uzun yıllardır dünyevileşme kıskacına girdiğini ilahiyatçılar ve sosyologlar ifade etmekteler.

Kanaatimce bu sürecin başlangıcı 12 Eylül darbesidir. O zamanları hatırlayanlar bilirler. O güne kadar sağda ve solda vuruşanlar ideolojileri uğruna adeta kendilerinden geçmişlerdi. Dönemin gençleri halkın gasp edilmiş hak ve hürriyetlerinin önüne konulmuş korku duvarlarını yıkmak için kendi anlayışlarına göre mücadele ediyorlardı. Bu mücadelede muazzam fedakarlıklar söz konusu oldu. Doğru veya yanlış, inandıkları değerler adına canlarından ve gelecek ikballerinden geçmişlerdi. Bu uğurda yaklaşık beş bin genç hayatlarını, bir o kadarı da zindanlarda gençliklerini feda ederek davalarına sadakatlerini ortaya koydular.

12 Eylül’ün hemen sonrasında kurulan yeni düzende gençlere o günkü meşhur retorikle “savaşma sev” düşüncesi dayatıldı. Zaten darbeden sonra kurulan yeni hükümetin IMF ile yaptığı Stand-by anlaşmalarında da toplumsal dönüşümü harekete geçirecek “toplum mühendisliği” hedeflenmişti.

Bu yeni sürecin müslüman topluluklara yansıyan ciheti daha da acımasızdı. O güne kadar kendi yağlarıyla kavrularak bir takım dini hizmetler yürüten topluluklar bir şekliyle iktidar kayığına binip kamu imkanlarından yararlanmaya başladılar. Siyasi iktidarlar da bu zinde güçlere iktidar imkanları sunarak, siyasete entegre ettiler ve enerjilerini, birikimlerini tükettiler. Bunu yaparken kamu mallarından haksız hukuksuz yararlanmanın endişesini hiç taşımadılar. Çok kısa zamanda muazzam bir dünyevi gelişim temin ettiler. Birtakım alanlarda adeta çağ atladılar.

Peki, bu durum onların ahiret endişelerine ve değer dünyalarına yönelik nasıl bir etki hasıl etti?

İktidarlar, söz konusu islami topluluklara sunduğu her imkanın karşılığını almayı hedeflediler. Kaba ifadeyle, “sana şunları şunları veririm ama karşılığında da şunları isterim…” demiş oldular. Bu toplulukları şah damarlarından yakalayıp, güce, iktidara ram ettiler, kıpırdayacak hal bırakmadılar.

Gözümüzün önünde gerçekleşen bir süreçte geçmişe kıyasla nasıl bir köleliğe sürüklendiklerine, tek tük itiraz edenlere uygulanan kamu imkanlarından yararlanma yasağını da diğerlerine gözdağı olarak kullanıp terbiye / tedip ettiklerine şahitlik ettik.

Eskiden ahlak ve şahsiyet numuneleri yetiştiren kurumlar / müesseseler bundan böyle zenginlik, refah ve konforlu hayatlar oluşturmaya başladılar. Bu sefer de bu konumlarını korumak ve daha çok geliştirmek için her türlü tavizi vermeye hazır hale gelen kurbanlar artık hürriyetlerini kaybetmiş ruhsuz bedenler olarak hayat sürmeye devam ettiler. Naklettiğimiz hadisin anlamına uygun olarak bundan böyle kazanımlarını kaybetmemek ve daha çok biriktirmek için mücadele alanlarından çekilip kurumsal yapılarında gösterişli gövde gösterilerinde bulundular ve diğer muadilleriyle yarışa girdiler. Böylece dünyevileşip zillete mahkum oldular, iktidarın basit birer manivelası haline geldiler.

Son günlerde bir tarikat şeyhinin evlatlarının giriştiği miras kavgası bu sürecin en çirkin, en yakışıksız bir örneği olarak tarih sayfalarına geçecektir. İnsan ister istemez soruyor: Bu sizinki nasıl bir tasavvuf anlayışı ki, bu kadar büyük miktarda para biriktirdiniz? Milyonlarca din kardeşiniz hayatta kalma mücadelesi verirken, açlık ve sefalet içerisindeyken böyle mal biriktirmekten ve bu miras üzerinde toplumun gözü önünde kavga etmekten utanmıyor musunuz, Allah’tan korkmuyor musunuz? Bu halinizle mi dilinizden düşürmediğiniz ümmete örnek olacaksınız?

Sonuç: Bugün hadiste ifade edilen şekliyle bu topluluklar din düşmanlarının / karşıtlarının karşısında sadece birer olumsuz örnek olarak hayat sürüyorlar ve onun için de dine saldırılar karşısında güçlerini kaybetmiş / mağlup olmuşlar olarak geriye kalan dünyevi imkanlarını kaybetmemek için her zillete katlanmaya razı olmuşlar. Durum bu kadar vahim…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept