Geçmişi Yüceltmek, Şimdinin Hakkını Veremeyenlerin Tesellisidir

by Fahrettin Dağlı

Eskiye öykünme, geçmişi yüceltmeye dair paylaşım yapanlar sosyal medyada çok karşılaşılan ve yürek burkan hikayeler anlatıyorlar.

Bu hikayeler yaşamları boyunca bazı insanların peşini bırakmıyor. Bugün dünden daha iyi değilse geçmişin hatırlandığı her an elem ve keder yüküyle birlikte idrak ediliyor. Tıpkı çok sevdiğimiz bir insanı kaybettiğimizde ona tekrar kavuşamayacağımızı bilmenin verdiği hüzün gibi. Çünkü bu kayıp, telafisi mümkün olan bir durum değildir. Gidenlerin geri gelmediği, hiç kimsenin yeri dolmadığı gibi geçmiş zamanın verdiği hazzı da tekrar hissetmek mümkün olamayacaktır.

İnsan geçmişi niye bu kadar özler ve yüceltir?

Yitirdiğimiz bu eski hayatta bizi cezbeden, kendisini unutturmayan nedir?

Buna eski yol arkadaşlarımın geçmişleri ve bugünleri üzerinden cevap arıyorum. Geçmişte neler yaşandı, özlem duyulan hayata dair kaybedilen nedir? O hayatın değer kodlarını bugüne taşıma imkanı yok mu? Gerçekleşme umudu olmayan bir hayata mı özlem duyuyoruz?

Eğer böyle değilse o hayatı bu derece özlediğimize, her vesileyle dile getirdiğimize ve tekrar kavuşma çağrılarında bulunduğumuza göre neden harekete geçmiyoruz , bizi tutan, hapseden, çaresiz bırakan ne? Bu kronik özlemle nasıl baş edeceğiz? Görülen o ki, mezara kadar sürecek olan bu özlemin anlaşılır sebepleri var. Kaybettiklerimiz şöyle böyle değil. Altın çağa yaklaşmışken tekrar ortalamanın gerisine düşmeyi hazmetmek zorundayız. Elem ve kederimiz yersiz sayılmaz.

Söze sıra geldiğinde geçmişte olduğu gibi yaşamak imkansız değil desek de bugünkü kabullerimize bakınca bu umut karşılıksız gibi görünüyor. O gün yapılanlar eksik, kusurlu da olsa inanılan, iman edilen bir değer adına yapıldı. Kendinden geçerek, hesabi değil, hasbi bir hayat yaşayarak, arkadaşlarını, dostlarını kendi nefsinden daha kıymetli görerek, insanın yaşadığı büyük problemi hissederek 24 saat o problemin ızdırabını ruhunda yaşayarak ve makus gidişatı tersine döndürmeye çalışarak bir bakıma hayatını yüce bir değere zimmetleyerek, vakfederek yaşamak elbette özlenecek bir geçmiştir. Bu yüzden insanlardaki ruhi zenginliğin dünyada bir bakıma cennet iklimi hasıl edebildiğine şahit olmak yeni bir beklentiye zemin hazırlamaktadır.

Bizler ne kaybettik de bugün bundan fersah fersah uzaklaştık?

Eskiye dair fotoğrafları, anıları paylaşarak, kutsayarak, ah vah etmenin bir anlamı var mı? Bu bir iflas ve zillet hali değil mi?

Dün bizi motive eden, enerji pompalayan dinimizden, peygamberimizin hatırasından geriye ne kaldığına bir bakar mısınız? Özlemlerimizi sayıklamak yerine neyi kaybettiğimizin bir muhasebesini yapıp önümüze koysak ve onun üzerinde tefekkür etsek daha doğru olmaz mı? O gün yaşanan değerlerin yerine bugün neleri ikame ettiğimizi düşünmemiz gerekmez mi?

Eğer polemiğe, yersiz bir münakaşaya, mugalataya sebep olmayacağını bilmiş olsaydım, neler kaybettiğimizi tek tek sıralardım. Gerçi bugüne kadar çeşitli vesilelerle ve genel açıklamalarla bunlara yazılarımda yer verdim. Ne yazık ki, bu yazıları okuyanlar yazılardaki genel çözümlemelerin içerisine kendilerini de dahil edip üstlerine alınmıyorlar.

Hatıraları paylaşarak “haydi tekrar birleşelim, beraber olalım, kaldığımız yerden devam edelim” gibi gerçekliğini yitirmiş bir umut pompalamak lüzumsuz bir hamasi anlayışa perde aralıyor. Bu hastalıklı bir ruh halidir. Ben yapamadıysam da bir serdengeçtinin çıkıp bunun neden imkansız olduğunu yüzümüze söylemesi ne iyi olurdu…

Sözü yine rahmetli Galip Erdem’in üslubuyla özetleyeyim: “Dava dava diyerek yüklendiğiniz değerleri Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktınız. Kadınıyla, erkeğiyle göz yaşartıcı bir fedakarlıkla, bin bir zahmet ve acılar çekerek tırmanmaya çalıştınız. Zirveye çıktığınızda (iktidar olduğunuzda, zenginleştiğinizde, ülkenin serveti önünüze yığıldığında) sevinciniz sonsuzdu. Ama bir noksanınız olduğunu farkettiniz. Davanızı dağın eteklerinde unutmuşsunuz, onun yerine dünyayı omuzlarınıza almışsınız, sevdanızı dünyayla değiştirmişsiniz.”

Sözü eğip bükmeden, her vesileyle geçmiş özlemleri dile getirip o geçmişe dair değerlerden üzerinde numune kalmayanlara son sözüm: Kabul edelim ki camiamız iflas etti, dünyanın altında kaldı. Geçmişi yücelterek, şimdinin hakkını veremeyerek teselli bulmaya çalışmak ne nafile bir çaba! M. Akif Ersoy’un şu dizeleri bizi anlatır gibi:

Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım
Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım

Yine de ümidimizi canlı tutalım: Halen yaşadığımıza göre son nefesi vermeden önce bir şansımız daha var. Geçmişe takılı kalmadan eğer derdimiz, davamız müslümanlıksa Allah’ın dini ve Hz. Peygamberin risaleti terütaze ortada duruyor. Zamana uygun olanını yapmada bir imkansızlık yok. Sadece silkelenmeye ve bir nasuh tövbesi yapıp bundan sonraki hayatı anlamlı kılmak için yarına dair hazırlık yapmaya ihtiyaç var.

Son olarak şunu da söyleyeyim: Bırakalım milleti kurtarmayı önce kendimize, nefsimize yönelip onu şeytanın tasallutundan kurtaralım. Kendimizi kurtuluşa erdirmedikçe başkalarına kurtuluş reçetesi yazamayız. Gelin öncelikle şimdinin hakkını verelim. Kendimizi de başkalarını da aldatma çabalarının nafile olduğunu idrak edip ona göre halimizi düzeltmeye gayret edelim.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept