Toplumsal değişimin en önemli dinamiğinin kadınlar olduğu konusunda hiç kimsenin şüphesinin olmadığı kanaatindeyim. Tüm tecrübeler bunu gösteriyor.
Türkiye toplumu da bugün çok önemli bir transformasyon süreci yaşıyor. Farkındayız veya değiliz; bu değişimin en iyi izlendiği kesim de kadınlar… Bu yazımda özellikle Müslüman kadında izlenen değişim ve bunun kısmi toplumsal etkilerini yazmaya çalışacağım.
Yıllar önceydi, tahminen 2008 gibi, kamuoyunda çok iyi bilinen bir bürokrat arkadaşın eşinden dinledim. Dindarlık ve bunun bir sonucu olan helal-haram hassasiyetine sahip hanımefendi kendi eşi ve arkadaşlarını şöyle anlatıyordu: “Bize dışarıdan bakanlar belki de dindarlığımızı gıpta ederlerdi. Halbuki onlar hanelerimizde yaşadıklarımıza muttali olmuş olsalardı dinin temel prensiplerinden ne kadar uzak olduğumuzu görürlerdi. Haftada bir bakanlık bürokratlarıyla eşli olarak bir araya gelirdik. Erkeklerin gündemlerinin tek konusu bürokratik kazanımlar ve onların sağladığı ekonomik ve sosyal imkanlar ve bugün sahip olduklarıydı. Gündemlerinde dünyalık kazanımın dışında bir şey yoktu. Zaman zaman müdahale eder ‘ne olur biraz da dinden, imandan bahis etseniz; birbirinize hakkı ve adaleti hatırlatsanız’ diye çıkışırdım.”
İkinci bir hikâye; Bir bakanlığın Müfettişi olarak bakanlığın bir biriminde inceleme ve soruşturma yapıyorduk. İncelemenin sonunda örgütlü bir yolsuzluk ve rüşvet organizasyonunu tespit ettik. İnceleme kapsamındaki erkek personelin hepsi de dindar mahalledendiler. Tek tek ifadeye çağırıyorduk. Özellikle bir personelin eşinin çok dindar olduğu anlatılmıştı. İşte o sözkonusu elamanı ifadeye çağırdığımda, kendisine dedim ki, ‘bana anlatıldığına göre eşiniz helal-haramı gözeten bir kadınmış. Bu yolsuzluk organizasyonundan elde ettiğiniz haksız kazançları eşinize, çoluk çocuğunuza yedirdiniz mi? Şimdi eşinizi davet edeceğim, kendisine durumu anlatacağım’ diyerek uğurladım. Bir süre sonra tekrar odama gelerek bana ricada bulunarak; ‘Ne olur Müfettiş bey, eşime söylemeyin lütfen, vallahi eşim eve haram kazanç getirdiğimi duyarsa kesinlikle boşanır benden…’
Üçüncü hikayemiz de şöyle; R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı dönemiyle birlikte belediye bürokrasisinde görevlendirilen bazı personelle ilgilidir. Belediye yönetimine yakın duran ve iş yapan bir tanıdığım anlatıyor; “Allah var, ilk iki yıl helal dairede çalışmak anlamında çok ciddi bir hassasiyet gösterildi. Ne olduysa üçüncü seneden itibaren olmaya başladı. Bazı şeylerin yolundan çıkmaya başladığını müşahede ettik; Bu sürecin ilk somut çıktısı, belediye bürokratlarının ikinci, hatta bir kısmının üçüncü eşler edindiklerini ve ne resmi nikahlı ilk eşin ve ne de diğerlerinin birbirlerinden haberlerinin olmadığı; birinin evini Anadolu yakasında tutuyorsa, diğerininkini ise Rumeli yakasında tutuyor ve dolayısıyla birbirlerinden haberleri yok. Kendilerine neden bunu yaptıkları sorulduğunda ise karşılık olarak ‘genç yaşta görücü usulüyle evlendirildiklerini ve dolayısıyla hayatlarını yaşamadıklarını, eski eşlerinin kendilerini protokolde temsil edemediklerini ve bu nedenle de imam nikahı ile ikinci eşleri aldıklarını’ ifade ediyorlardı…” İkinci ve üçüncü eşleri alanlar bu sefer iki ve üç evin geçimini temin etmek zorundaydı. Haliyle memuriyetten gelen meşru mali haklarının bu şartlarda yetme imkanı yoktu. Bu seferde yasal olmayan geçim kaynaklarına yöneldiler ve dolayısıyla evlerine haram kazanç götürmeye başladılar. Ne kadınlar ve ne de çocuklar eve getirilen kazancın haram kaynaktan geldiğine ihtimal vermiyorlardı. Çünkü o vakte kadar beş vakit namaz kılanın böyle bir haram irtikap edeceğine ihtimal vermiyorlardı. Sorsalar bile verilen cevabın aksini öğrenebilme imkanları yoktu. Neticesi ne mi oldu? O sözkonuzu kadronun önemli bir kesimi 2002 Kasımından itibaren Ankara’ya taşınmaya başladılar. Bu sosyal hastalıklarla enfekte olmuş kadrolar genel yönetimde görev aldılar. Beraber çalıştıklarımızda gördüğümüz o ki, arkadaşların bir helal-haram hassasiyeti oluşmamış veya kaybedilmiş. Yasal kılıfa büründürülmüş usulsüz işlemlerle torbalarını doldurmaya başladılar. Bu işlere iltifat etmeyenleri de iş bilmez kişiler diye vasıflandırıp ekip dışına ittiler.
Burada değişimin merkezinde oturan kadının rolü nedir? Toplumlarda ve özellikle Müslüman toplumlarda toplumu oluşturan ailenin iki temel direği var; ‘Kadın (Anne) ve Erkek (Baba). İçinde yaşadığımız zamanda her ne kadar kadınlar da aktif bir şekilde çalışma hayatına katılıyorsa da halen önemli bir kesimde erkek dışarıda çalışır, kazanır ve o parayla kadın ev ahalisini doyurur. İşte kadının rolü burada aktifleşiyor.
Siyaset ve bürokrasinin cazibeli iklimi erkekleri çabuk rayından çıkarabilir. Eski bir milletvekili arkadaşımız bu durumu şöyle tasvir ederdi; “Meclis öyle bir yer ki, turşu küpüne benziyor. İçine ne girerse girsin eninde sonunda eriyip turşu katışığı olur.” Bu ülkede siyaset ve bürokrasi kültürünün böyle ayartıcı ve bozucu bir etkisi var. Gayri meşru, gayri ahlaki tekliflerle her zaman muhatap olabilirsiniz. Toplumda çok az insanın satın alınma değeri yoktur. Halbuki çoğunluğun tek tek satın alınma değerleri vardır. Bürokratik hayatta çok örneklerine şahit olduk. İşte burada ‘Kadın (Anne) doğal bir denetim süzgecidir. Eve getirilen kazancın hesabını sorar; Nerede kazanıldı diye tahkik eder. Eğer haram bir kazanımsa ret eder, erkeği de ihtar eder.
Kendimden bahis etmek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama örnekleyici olması açısından birebir yaşadığımı burada anlatmak mecburiyetinde hissediyorum. Üst bürokrasi de görevliyken, haliyle sizi ziyarete gelen eş dost ikram ve hediye getirirlerdi. Zaman zaman eve götürdüğüm oldu. Eşim bana şu soruyu soruyordu; Size bu ikramı veya hediyeyi getirenin sizden bir beklentisi var mı? Yoksa arkadaş-dost hatırına mı getirdiler? Evet, ilk zamanlar bu inceliği hesap etmeyen birisi olarak eşim bana helal-haram inceliğini öğretti. Bir hassasiyet oluşturdu. Haram olabilecek bazı tutum ve davranışlardan beni korudu. İşte bu örneği şahsımda yaşadım. Kadının frenleme (Annenin) rolünün ne kadar önemli olduğunu yaşayarak öğrendim.
Benzer bir konuda samimiyetine ve ihlasına itimat ettiğim bir hanım kardeşimize sordum. Aldığım cevap çoğu şeyi izah ediyor;
“Akran ve arkadaşlarımın zihin konforuna hayret ediyorum. Gençliğimizde bize bulaşmasından ölümüne kaçındığımız durumları kendi çocuklarında görmekten hiç rahatsız olmuyorlar. Demek ki biz o zamanlar ‘İslam’a teslim olmuşuz ama henüz ‘iman’ kalplerimize yerleşmemiş. Şimdi de alıştığımız İslami hayatı sürdürüyoruz ama hakikatli olmadığımız gönüllerimizin neye meylettiğinden anlaşılıyor. Günah artık bize sıkıntı vermiyor, alıştık maalesef.
Bu hızlı değişimde toplumdaki ‘Müslüman’ imajının üstüne yatıp halen rantını yemekte olan AKP’nin etkisi tartışılmaz. ‘Kişi padişahının dinindendir’ diye bir söz var. En yukarıdan aşağıya doğru dalga dalga akan pespayelik, müsriflik, yalan, riyakârlık vs ile kendi kitlelerini zehirlediler, diğerlerinin de artık din iman tanımaz bir noktaya gelmesini sağladılar. Bugün MSP geleneğinden gelen AKP kitlesindeki değişim inanılmazdır. Hatta bazen ben bile mevcut başörtme şeklim sebebiyle bulunduğum her ortamda ilk bakışta AKP’li zannedilmekten müthiş rahatsız oluyorum. Bazen şaka yollu tanıdıklara diyorum ki ‘Biz muhalif başörtülüler başörtülerimizi muhalif olduğumuzu belirten bir şekilde bağlasak ya:))’ . Ben yaştaki bir kimse bile bu kitleden böyle kaçıyorsa gençlere pek sözümüz kalmıyor…”
Evet AKP iktidarının helal-haram tanımayan siyaseti önce Müslüman erkekleri yolundan çıkardı ve sonra evlerine gelen kazancı sorgulamadan yiyen kadın ve çocukları bozdu. Hanım kardeşlerimizin ifade ettiği gibi 28 Şubat direnişinin aktörleri ve bugünün annelerinin çoğu, helal-haram adına dün tavır geliştirdikleri hususları bugün olağan görmeye başladılar ve dolayısıyla dirençleri kırıldı. Olumlu veya olumsuz değişimin en önemli dinamiği ve evin temel direği olan kadın (anne) da yıkılınca o toplumu ayakta tutmak o kadar kolay olmayacak.
Gönül ister ki, sosyal çalışmacılar bu alanla ilgili ciddi araştırma ve incelemeler yapsalar da toplumla paylaşsalar. Nihayetinde ben sadece gözlemlerimi paylaşıyorum. Bunları bilimsel yöntemlerle araştırıp, sonuçlarını toplumla paylaşmak herhalde bu bilim disiplini üzerinde akademik çalışma yapan uzmanlara düşüyor. Hadi bir el atın lütfen…
Son olarak halen bu kadar çetin esen yakıcı rüzgara rağmen ayakta durabilen kadınlara (annelere) sesleniyorum; ‘Ne olur direnin ve sesinizi yükseltin. Bu esen sam yeli her tarafı sarartıp, soldurmadan kıyamda kalın lütfen!..