PERŞEMBENİN GELİŞİ ÇARŞAMBADAN BELLİ

by Fahrettin Dağlı

Kaç gündür Anayasayı konuşuyoruz, tartışıyoruz, müzakere ediyoruz. Bu iklimde tartışma ve müzakere etme şansını yakalamak bile bir başarı… Çünkü bazıları ne konuşmaya ve ne de müzakereye yanaşıyor. “Benim gibi düşünmüyorsanız o halde hainsiniz” söylemi üzerinden toplum, karşılıklı tahrik ediliyor ve psikolojik ayrışma tam hız ve gittikçe genişleyen bir ivmeyle büyüyor. Anlayacağınız şeytan tam gaz ayrıştırmayı, fitneyi körüklüyor. Bir yandan birlik ve beraberlik çağrılarını dillerine pelesenk edinenler, diğer yandan muhaliflerini kavga için arenaya davet ediyorlar. Bu dil, bu söylem sizde bir samimiyet çağrısı izlenimi bırakıyor mu? Nihayetinde bir düzenleme yapmışsınız ve halkın oyuna sunmuşsunuz. Kendi tercihinizin doğruluğunu anlatırsınız, izah edersiniz ve gerisini halkın teveccühüne bırakırsınız. Hele hele bunu Cumhurbaşkanı seviyesinde, maksadını aşan onca söyleme boğdurursanız, bu oylamanın neticesi ne olursa olsun bu toplumu bir arada tutma imkânınız olamaz.

Anayasaların temel amacı, toplumu adalet, refah, güven ve selamette kılacak bir düzen oluşturmaktır. Bu da ancak o ülkede yaşayan etnik ve dini tüm unsurların iştirakini sağlayacak geniş tabanlı bir katılımla ve en azami mutabakatı sağlamaya matuf bir anlayış, idrak ve hoşgörü ile mümkün olur. Aksi ise, “Biz önünüze bir metin koyuyoruz. İster beğenin, ister beğenmeyin buna ‘Evet’ demek mecburiyetindesiniz.” demektir. O zaman da bunun adı referandum olmaz. Olsa olsa ‘plebisit’ olur. Yani, emrime itaat edecek olanlarla, etmeyecek olanları oyluyorum demiş olursunuz. Bu da ne insanidir ve ne de İslami’dir. Metazoridir.

Bir başka cihet ise, yaptığınız anayasa ne kadar mükemmel olursa olsun nihayetinde insana emanet edilen bir şey. Burada sırf anayasa fetişizmi yaparak insan unsurunu ihmal edemeyiz. Ahlaken tefessüh etmiş bir topluluğa neyi emanet ederseniz edin, bir şekliyle emanetleriniz zayi olacaktır. Ahlaken tekâmül etmemiş, insan hak ve hukukları konusunda bir toplumsal akitleşme, ahitleşme kültürü oluşmamışsa en iyi düzenlemeler bile kötü uygulayıcıların elinde zulme dönüşebilir.

Malum Allah, bu durumun ciddiyetine vurgu yapıyor; “Biz emaneti, göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zalim, çok cahildir.” (Ahzab:72)

Tabir caizse iki ucu keskin olan bir emanet devir alınmış. Diğer varlıkların kabule yanaşmadıkları sorumluluğu insanoğlu yüklenmiş. Bu yüklenmenin iki sonucu var. Ya sorumluluğun gereğini kâmil anlamda ifa eder ebedi saadet ve mutluluğa kavuşursunuz, ya da Kur’an’ın ifadesiyle cahilce bir ısrarlı taleple o sorumluluğu yüklenir ve sonuçta hüsrana uğramış olarak zalimlerden olursunuz.

Onun için de ne bizi yaratan Rab, ne O’nun Peygamberi ve ne de mirası devir alan ilk halifeler dört başı mamur bir yönetim biçimi çerçevelememişler. Allah ve Resulünün muradı olan adil, dürüst, eminlik ikliminin hakim olduğu, ehliyet ve liyakatin gözetildiği bir yönetimi hangi usul ve esaslarla sağlayacaksanız sağlayın. Adının şu veya bu olması o kadar önemli değil. Adına ister Adalet yönetimi, ister Cumhuriyet ve isterse demokratik devlet deyin fark etmez. Önemli olan zarf değil mazruftur.

Bu gün toplumsal bir travmayı en kahırlı haliyle yaşıyoruz. Yönetenler ile yönetilenler ve yönetilenlerin kendi arasındaki ilişki ve güven önemli derecede yara almıştır. En küçük birimden en büyüğüne kadar toplumsal bir güvensizlik iklimi hakim durumdadır. İnsanlar mutlu değil, yarınından endişeli… O halde uygulanacak en acil eylem planı tüm toplumsal ünitelerin, kendinden bir şeyler adamak ve diğerleriyle empati yapmak suretiyle toplumsal mutabakatı sağlama cömertliğini, cesaretini göstermeleridir. Gün, “Bu dünyaya dair kaybedeceklerim ne olursa olsun toplumsal barışa ve kardeşliğe feda olsun.” diyebilme günü… Bu ülkede ya adalet ve barış içerisinde beraber mutlu yaşayacağız ya da hepimiz büyük felaketlere duçar olacağız. İki arada bir deredeyiz. Aklımızı kullanmazsak tepemize pislik yağacak. O zaman da şikayet etmeye hakkımız olmayacak.

Bu yaşıma kadar öğrendiklerim bana bu yolu gösteriyor. Sonucunu nasıl tahmin ediyorsak edelim, asla adaletten, merhametten, barıştan uzaklaşmamalıyız. En uzaktakilerimiz bile bizim yönetimimizde, kendilerini en yakındakiler kadar güvende ve selamette hissetsinler. Eğer bu emniyeti veremiyorsak, dönüp kendimize “Nerede yanlış yapıyoruz” diye sorarak sığaya çekmemiz gerekir.

Zaman zaman bazı vesilelerle hatırlatıyorum. Her ne iş yapıyorsak, bir Müslüman olarak şunu kendi kendimize sormamız iktiza ediyor: “Şu an Hz. Peygamber sağ olup, aramızda yaşıyor olsaydı söylediklerimiz ve yaptıklarımız hususunda ne düşünürdü, ne derdi?” Her Müslüman’ın Hz. Peygamberi en az babaları kadar tanıdığı ön kabulü ile soruyorum: “Bu soruyu sorduktan sonra cevap çok mu zor alınır?” Hayır, inanıyorum, akli selim ve kalbi selim ile bu soruyu sorduğumuzda alacağımız cevap, bugüne kadar doğru gördüğümüz, bellediğimiz onca şeyin yanlış, yanlış bellediğimiz onca şeyin de doğru olduğunu ortaya koyacaktır.

Sonuç olarak burada sözü şuraya getirmek istiyorum; Yasalardan önce önemli olan, insanlığın eriştiği kültürel kazanımlar üzerinden en iyiyi, en hayırlı olanı bulma niyeti, gayreti ve çabasıdır. Bu niyet ve arayış mutlaka hayırla karşılık bulacaktır.

Bu yeni AY değişikliğinde, maddelerin yanlışlığı kadar uygulayıcıların geçmiş tatbikatları ve uygulamaları da tedirginlik yaratmaktadır. Ergenekon-Balyoz süreçlerinden bu güne kadar olup bitenler, hukuk düzenini kevgire döndürmüştür. Onun için de insanlar tedirgin, güvensiz haldedir. Elbette niyet okuyacak durumda değiliz. Ancak, dün ve bugün yaptıklarınız yarın yapacaklarınızın bir karinesidir. Bunu da göz ardı etme lüksümüz yok. Ülke, yap-boz düzeni ile yönetilen bir yer değildir..

Bizleri yönetenler, âlicenaplık yapıp kabul etsinler veya etmesinler, alanın takipçisi olarak şunu rahatlıkla ifade ediyorum: Hükümet, toplumun yarısından fazlasının güvenini kaybetmiş durumda. Alınan oya güvenerek “milli irade arkamızda” diye övünmenin ilmi ve ahlaki bir kıymeti yok. Eğer adil, dürüst ve güvenilir bir siyasi iklim olmuş olsaydı bugün karşılarına onlarca yeni siyasi inisiyatif çıkardı ve onlarda bu sayısal çoğunluğun desteğini arkalarında görmezlerdi. AKP, siyasi çaresizliğe mahkum kalmış halkın zorunlu tercihi ile iktidarını sürdürmektedir. Bunun ilanihaye böyle devam edeceğini düşünüyorlarsa çok yaman yanılıyorlardır. Korkutmaya, baskıya dayalı hiçbir yönetim uzun ömürlü olmamıştır.

Ak Partili yetkililere kardeşçe tavsiyem: Gelin desti kırılmadan toplumun önündeki korku bariyerlerini kaldırın. Hür, adil ve serbest iradenin tecelli etmesini engelleyen tüm psikolojik, ekonomik ve siyasi yasakları, baskıları yok edin. Sonra da tüm toplumsal kesimlerin temsilcileri ile oturun yeni bir anayasa yapın. Bu da sizin yüz akınız, şeref payeniz olsun. Son anda yanlıştan dönmüş aktörler olarak tarihe geçin.

İmkânsızı teklif ettiğimi düşünen dostlar olacaktır. Haksızlar da diyemem. Ancak, umut müminin azığıdır. Son ana kadar umutlarımızı ekmeğimize katık etmek durumundayız. Haydi hayırlısı…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept