Geçmişin İntikamını Almaya Takılı Kalanlar, Geleceği Kaybederler…

by Fahrettin Dağlı

Kaç yıllardır sair vesilelerle mevcut siyasi iradeye bir hakikati hatırlatıyoruz. Ne yazık ki, yeni yetme dar çevrenin dışında kimsenin ikazına ihtiyaç duymayan, ihtarına, hatırlatmasına gözü ve kulağı kapalı iktidar, farkında olarak veya olmayarak İslami pratiğin canına okumaktadır. Ne söylerseniz söyleyin, ne yazarsanız yazın onlar kulaklarını ve gözlerini hakikate kapatmışlar. Çevrelerindeki şakşakçılar, bremen mızıkacıları, kendilerine başka seslerin ulaşmaması için frekanslarını en üst seviyede tutuyorlar.

İktidar, üç-beş yıldır intikam hırsı ve geçmişin rövanşını almak için akla hayale gelmeyen uygulamalara başvuruyor. Onlara yıllardır bir hususu yana yakıla hatırlatmaya çalışıyorum. Geçmişte şöyle veya böyle birileri / bazıları tarafından bir haksızlığa / bir zulme maruz kalmışsanız ve bugün güç / iktidar elinize geçmişse ve eğer inandığınızı iddia ettiğiniz dinin Peygamberi Hz. Muhammed’in (sav) ahlakı ile ahlaklanmışsanız -ki Onun ahlakı Kur’an ahlakı idi- yapacağınız şey veya alacağınız öç / rövanş onları af etmektir, bağışlamaktır. Büyüklük, erdem, Peygamber ahlakı bunu gerektirir. Öç almak zalimlerin işidir, af etmek kerem sahibi insanların karakteridir.

Bakınız Cenab-ı Allah mevzu ile ilgili ayeti;

“İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussılet:34)

Evet, “O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” Hz. Peygamber bu ayetin gereğini nasıl uygulamaya koydu / pratize etti? Onlarca örnek verilebilir. Ancak herhalde konumuza uygun düşebilecek en önemli örnek, Mekke’nin fethi esnasında eski azgın düşmanlarına karşı gösterdiği yüksek ahlaki tutum ve davranış olmuştu. Mekke’nin fethi günü, Mekke zalimleri, despotları, başta baş düşman Ebu Süfyan ve karısı Hind olmak üzere büyük bir katliam bekliyorlardı. (Kendilerinin eline böyle bir imkan geçmiş olsaydı yapmaktan tereddüt etmeyeceklerdi.) Çünkü kendilerine göre bunu hak edecek çok büyük kötülükler yapmışlardı Hz. Peygamber ve arkadaşlarına… Başlarına gelebilecek en büyük felaketi beklerken insanlık paratoneri Hz. Muhammed’in ‘genel af’ haberini aldılar. İlk tepki, en azılı düşman Ebu Süfyan’ın eşi Hind’den geldi; ‘İşte Muhammed Peygamberliğini ispatladı. Kendine yakışanı yaptı.’ diyerek gönüllü olarak gidip bağlılığını arz etti. Hz. Peygamber ‘Bugün size atam Yusuf’un dediğini diyorum; “Bugün size kınama yoktur. Gidin, hepiniz özgürsünüz!” Evet, Hz. Yusuf da kendisini kuyunun dibine atan kardeşlerine aynı şeyi demişti. Bütün Peygamberler de teslim olan düşmanlarına aynı şeyi yapmışlardı. Ebu Süfyan ve eşi Hind gibi azılı din karşıtlarını bile imana getiren Peygamberin bu Kur’an ahlakı idi. Unutmayalım, bu ayetler Mekke’de Peygamberliğinin 9. Yılında iniyor. 9.Yıl bize niye hatırlatıyor. Peygamberin hüzün yılları. Her türlü zulmün en üst seviyede uygulandığı yıllar. En sevdiklerini kaybettiği yıllar. Bütün bu olumsuz şartlara inat Allah, Ona bu usul ve yöntemi öğretiyor. Ve ileriki zamanlarda Müslümanlar bu ahlaki değerin semeresini devşiriyorlar.

Rasulullah bu usulü/metodu bir diplomatik ilişki biçimi olarak uyguluyordu. Çünkü Rabbinin emri de buydu;

“(Bütün insanlığı) hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır; onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış; Şüphesiz, O’nun yolundan kimin saptığını en iyi bilen senin Rabbindir ve yine doğru yola erişenleri de en iyi bilen O’dur.” (Nahl/125)

Ayetin özet tefsiri; “Evet, insanoğlu konuşa konuşa anlaşır, en azından birbirlerini anlarlar. Tartışmak/müzakere etmek gerektiğinde, kaba ve kırıcı davranmadan, gönül incitmeden, akıl ve ferasetlerini, vahyi anlama ve teslim olmada kullanmaları gerektiğini hatırlatarak onlarla tatlı bir üslupla, en güzel şekilde tartış. Bütün bunlara rağmen, yine de inat edip yüz çevirirlerse, üzülme. Unutma ki Rabb’in, kimlerin kendi yolundan saptığını çok iyi bilmektedir ve kimlerin doğru yolu izlediğini de en iyi bilen O’dur. O hâlde, inkârcıların inatla direnmelerine karşılık siz, olgunlukla, sabırla tebliğe devam edin. Fakat bu, zulüm ve haksızlık karşısında sessiz kalmanızı gerektirmez.”

Allah varlık âlemine olduğu gibi insanoğlunun yaşamına da ölçü, mizan koymuş. Müslümanların önüne bir hedef koymuş;

“O halde, artık zulüm ve baskı kalmayıncaya ve yalnızca Allah’a kulluk edilinceye kadar onlarla savaşın; ancak vazgeçerlerse, (bilinçli olarak) zulüm işleyenlerin dışındakilere karşı tüm düşmanlıklar sona erecektir.” (Bakara:193)

Özet tefsir; “Ey iman edenler! insanî ve ahlâkî değerleri hiçe sayan, baskı ve işkencelerle inanç, ibâdet ve düşünce özgürlüğüne zincir vuran bütün fitne ve kötülük odakları tamamen yok edilip ortadan kaldırılıncaya ve hayatın her alanında din, tamamen ve yalnızca Allah’ın irâdesine uygun bir hâle gelinceye ve böylece, Kur’an’ın umdelerinden olan adalet, özgürlük ve barış ortamı tüm dünyada egemen oluncaya kadar onlarla savaşın! Fakat zulüm ve haksızlıktan vazgeçerlerse, o zaman onlarla barış içinde yaşayın! Unutmayın ki, zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Fitne ve bozgunculuktan vazgeçenlere dokunulmayacaktır.

Bu ayetten de anlıyoruz ki, Allah’ın muradı, yeryüzünde fitne ve fesadın sonlanması, inanma, inandığını yayma hürriyetinin ve hakikat bilgisinin önündeki engellerin/bariyerlerin kaldırılması; sömürü ve zulüm düzenlerinin tasfiyesi… İnsanoğlu’nun yeryüzünde yaşamasının en önemli gayesi budur.

O halde bugün için elzem olan, muarız/muhalif ve hatta düşman bildiklerimize karşı peşinen savaşmak, zulmetmek değildir. Tam aksi öncelikle insani ve İslami tüm değerleri harekete geçirerek hikmetle, güzel sözlerle, öğütle, nasihatle, inandırıcı argümanlarla muhatabının yüreğine inmektir. Ona eşref bir varlık olduğunu hatırlatmaktır. Sözle birlikte hali de devreye sokarak muhatabı üzerinde tam bir güven oluşturmaktır. Geçmişteki hata, yanlış ve size karşı işlediği fiil ve sözlerden dolayı onu yargılamayıp af etmektir. Çünkü bizim için asıl olan muhatabımızın, hakikat bilgisine ulaşması ve üzerinde düşünmesidir. Ayetin ifadesiyle, ‘O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.’ Tıpkı kim gibi? Hz. Yusuf’un kardeşleri gibi… Tıpkı kim gibi? Ebu Süfyan ve karısı Hind gibi…

Ama bugün gördüğümüz manzara bambaşka bir görüntü. Kin, nefret, garaz, rövanşın hakim olduğu bir siyaset. Peygamberin davranışı, en azılı düşmanlarını bile Ona ve dinine yaklaştırırken, sevdirirken bu dönemde arz ettiğimiz iktidar politikaları nedeniyle insanlar dinlerinden, imanlarından uzaklaşıyorlar; Müslümanlardan nefret eder hale geliyorlar. Bu gerçeklik bile tek başına bu iktidar için bir miyardır? Kimin için miyar? İslami endişeler üzerinden gözü, kulağı kapalı bir şekilde bu iktidara destek verenler için.

Soracağınız tek soru; Yürüttüğünüz politik sürecin temel amacı nedir?

Sadece birilerinin veya bir zümrenin iktidarını, saltanatını güçlü, kuvvetli kılmak mı? Yoksa Müslüman olarak, insanların inanmaları, düşünmeleri, inandıklarını açıklamaları ve özgür bir şekilde tartışmalarının önündeki engellerin, blokajların kaldırılması ve sonuçta hakikat bilgisiyle özgür bir şekilde yüzleşip, iman dairesine gelmelerini temin mi? Yukarıdaki ayetlerden de anlıyoruz ki, Allah’ın muradı ikinci şıktır.

Gelin lütfen bu zaviyeden yeniden fikri yenileme yapalım. İmal-i fikredelim.

Tek cümle ile ifade edecek olursak; “Geçmişin intikamını almaya takılı kalanlar, geleceği kaybederler.” Bugün kaybetmekte berdevam diyenler gibi…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept