Toplum Olarak Kıyametimiz Kopmadan

by Fahrettin Dağlı

Birkaç gün önce Prof. Mustafa Erdoğan hocanın, “Artık İtiraf Edelim: Bizim Sorunumuz Devletten Önce Toplumla” başlıklı 23.11. 2023 tarihli yazısını paylaşmıştım. Mustafa hoca yazısını şu cümleyle bitiriyor:

“…Türkiye toplumu olarak biz bugün lâyık olduğumuzu yaşıyoruz. Biz kendimizi düzeltmediğimiz sürece siyasetimiz ve siyasetçilerimiz de düzelmeyecektir.”

http://sivilsiyaset.net/…/artik-itiraf-edelim-bizim…/

Mustafa hocanın bu tespiti kadim bir insanlık problemine işaret etmektedir. Her ne kadar rivayet bakımından zayıf da olsa, “nasılsanız öyle idare edilirsiniz” hadisinde ifade buyurulduğu gibi yönetenler ile yönetilenler arasında böyle bir ilişki vardır. Hangisinin başat olduğu hususunun tartışmalı olduğuna bir şerh düşerek İbn-i Haldun’un bu meselede yönetenleri işaret ettiği görüşlerine kulak verelim: Yönetenler, ülkenin siyasi iklimini iyiliklerin, güzelliklerin, rahmetin, bereketin neşvünema bulacağı bir hale evirirler, adalet ve hürriyet tohumlarını beşeriyet toprağına ekerlerse bir süre sonra o iklimde doğup büyüyen nesil mutlu, müreffeh bir toplumu vücuda getirir. Rahmete ve berekete erişmiş olan toplum da bu nimetin değerini takdir edip, şükrünü ifa eder, o iklimi uzun ömürlü kılmak için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirirse uzun sürecek yeni bir ahlak inkılabının, medeniyetin temel kolonlarını sağlamlaştırmış olur. Aksi halde, o nimetler geldiği gibi toplumun elinden kayıp gider.

Allah, Rad Suresi 11. ayetinde de bu durumu bir yasa maddesi halinde ifade buyurur:

“…Bir toplum kendisinde olanı değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez…”

Merhum Suriyeli mütefekkir Cevdet Said bu ayetin işaret ettiği toplumsal dönüşümle ilgili olarak 2-3 risale kaleme almış ve uzun uzun bu yasanın işleyiş süreçlerini anlatmıştır.

Allah kullarına geniş bir özgürlük alanı açmıştır. Kendi hür iradesiyle ya olumlu bir istikamete yönelerek, göstererek kendi terakkisini başlatır ya da yine hür iradesiyle olumsuz yönü tercih eder ve bu sefer de elindeki güzellikleri, nimetleri tek tek yitirir. Yani, halk tabiriyle, ne ekerseniz onu biçersiniz. Bu tercih insanlara tanınan bir özgürlük alanında kullanılır.

Bir toplumun iyi veya kötü bir dönüşüm sürecine girmesinin önemli failleri ve sebepleri vardır. Bunlar değişimin yasalarıdır. Nasıl fenni olayların tabi olduğu yasalar varsa sosyal olayların gerçekleşmesinde de benzer yasalar vardır. Bir sebep-sonuç ilişkisi her iki alanda da işlemektedir ve bu sosyal yasalarda bir değişiklik göremeyiz. Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur.

Allah Maide 63’te olumsuz mahiyetli değişimin en temel aktörlerine işaret eder:

“Bilgin-yöneticileri (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginleri (Ahbar), onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür.”

Bu ayette Allah, bir toplumun kötüye meyletmesinden, haram yiyiciliği yapmasından o toplumun önderlerini, bilginlerini, din alimlerini sorumlu tutuyor. Uhdelerine düşenleri yapmamalarıyla bir toplumun topyekûn kötü bir sürece sürükleneceğini ve bunun vebalinin de bu sınıftaki insanlara ait olacağını işaret buyuruyor.

Biliyoruz ki et kokarsa tuzlanır ya tuz kokarsa ne yapılır? Tuzun kokması o toplumun kıyametinin kopması demektir.

Az çok tarih okuması olan herkes bilir ki, tarihte yaşamış devletlerin, imparatorlukların yıkılış süreçleri temelde bu sebebe istinat eder. Bugüne kadar adaletle yönetilen, toplumsal barışın ve refahın hakim olduğu bir devletin, imparatorluğun yıkılışına tanık olunmamıştır. Ne zaman ki, haktan hukuktan uzaklaşıldığı, yani zulmün cari olduğu, halkın baskıyla zabturapt altına alındığı bir döneme gelinmiş, o zaman ülkeler çürüme ve yıkılış sürecine girmişlerdir.

Bugün ülkemizde cereyan etmekte olan sosyal, ekonomik ve dini mahiyetli değişimin kodlarına baktığımızda dünle bugün arasında sebepler açısından bir değişiklik göremiyoruz. Aynı sebeplerin aynı sonuçları hasıl ettiğini ibretle görüyoruz. Allahualem Allah, insanoğlu için “ne kadar zalim ve cahildir” diye ifade buyururken işte bu gerçekliğe işaret etmiştir. Toplum ve önderlerinin, kendilerinden önce yaşamış toplumların yıkılış hikayelerini bilmelerine rağmen ibret almayarak aynı yanlışı biteviye tekrarlamalarını Allah, hakikate karşı zulüm olarak zikrediyor. Kur’an’da, Hz. Peygamberden önce yaşayan pek çok kavmin yıkılış serüveni anlatılır. Bunların birer masal olmadığı, yaşanmış gerçek hikayeler olduğu haber verilir:

“Andolsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır. O hiçbir şekilde uydurulmuş bir söz olamaz.” (12/111)

“Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek kıssalardır.” (3/62)

Kur’an’ın hak olduğuna iman edenler bu gerçekliklere bigâne kalamaz. Toplumların yönetiminde az çok söz sahibi olanlar bu hikayelerden ders çıkarıp, ibret alırlar.

Bir toplumun idarecilerinin adil ve sorumluluk sahibi olmalarına ve içlerinde halkı iyiye, güzele, hayra davet eden topluluklar bulunmasına rağmen yine içlerindeki azgın bir grup yöneticilerine ve adalet davetçilerine karşı gelip kötülük irtikap etmeyi sürdürürler, uyarılara, ikazlara aldırış etmezlerse haliyle o toplum yine hak ettiğiyle karşılaşacaktır. Kutsal metinlerde yer alan ve eski toplumların yaşadıkları onlarca hikâyeden en meşhur olanı, Araf Suresi 162-166 ayetleri arasında anlatılan “Cumartesi Ehli” kıssasıdır. Bugün toplum olarak yaşadıklarımız açısından ibretamiz bir kıssadır.

Ne yazık ki, bugün o kıssanın benzerini yaşamaktayız. Bu toplumun içinde de “Cumartesi Ehli”nde olduğu gibi üç temel sınıf var:

1-Her türlü haksızlığı, adaletsizliği, yolsuzluğu irtikap eden, hiçbir ahlakı kuralı tanımayan, haramla beslenen azınlık,

2-Bunlara hakkı ve adaleti hatırlatan, haramdan alıkoymaya çalışan hak ve adalet savunucusu olan azınlık,

3-Bir de “neme lazımcı” sözüm ona tarafsız çoğunluk.

İkinci gruptakilerin birincileri uyarmasını gereksiz, lüzumsuz, sonuçsuz gören üçüncü gruptaki çoğunluğun temel argümanı şudur: Günahı işleyen, haramı yiyenler onlarsa bundan size ne? Nasılsa fillerinin karşılığını öte tarafta görecekler.

İkincilerin üçüncülere cevabı ise, “Rabbiniz katında bir mazeretimiz olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklindedir. Bunların ümitleri gayet az olmakla birlikte hiç değilse “Biz de farkındayız bu azgın azınlığın yola gelmelerinin zor olduğunu yine de umutlarımızı korumaya çalışıyoruz, ancak şüphemizin olmadığı mahşer yerindeki mahkemede hakimler hakiminin huzurunda ‘onlar bu haramları irtikap ederken siz ne yapıyordunuz?’ sorusuna, “Allah’ım bizler gücümüzün yettiğini yapıyorduk, onları uyarıyor, ikaz ediyorduk. Ancak onlar yine de yola gelmiyorlardı.” diyebilmek için gayret edenlerdir.

Eğer bir toplumda insanlara hakkı ve adaleti hatırlatan, haksızlıklara karşı duran bir grup yoksa o toplumun sigortası atmış demektir. Yine Allah’ın kitabında bu grubun ehemmiyeti şu ayetle ifade buyuruluyor:

“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı grupsunuz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız…” (3/110)

Evet, adeta Allah’a inanmanın şartı olarak ifade buyurulmuş. Bu grubun varlığı bir toplum için bu kadar önemli.

Bugün için bu görevi, sorumluluğu kendimiz ifa etmiyorsak ifa edenlere yardım edelim, hiçbir şey yapamıyorsak bile hiç olmazsa yapanlara köstek olup, olumsuzluk telkinlerde bulunmayalım. Aksi halde hep beraber kıyametimizi hazırlamış oluruz. Allah muhafaza…

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept