AŞİRET / KABİLE VE CEMAAT KÜLTÜRÜ EHLİYETİ ASKIYA ALIYOR

by Fahrettin Dağlı

Malum, ehliyet, İslam Peygamberinin yönetim ahlakının en önemli enstrümanlarından birisidir.

Cenab-ı Allah, “Muhakkak ki Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Gerçekten Allah bu emriyle size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve her şeyi hakkıyla görür.” (Nisa; 58) diye ifade buyuruyor

Hz. Peygamber ise “İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle” diye ifade buyuruyor.

Evet, sadece bu ayet ve hadis muvacehesinde bir medeniyet inşa edilmiş olsaydı yeryüzü cennetten bir parçaya dönüşürdü.

Ne yazık ki, bu ayete muhatap olan insanımız, özellikle kamu yönetiminde en küçük üniteden en makro yönetim organizasyonuna kadar bu ayet ve hadisi kulak ardı etmişlerdir / etmektedirler. Sanki Hz. Peygamberin ahlakını ve anlayışını hiç bilmiyorlarmış gibi uygulamalarda bulunmaktadırlar.

Ehliyet sözkonusu olduğunda Müslümanların en çok birbirlerine örnek verdikleri bir kıssa; Mekke Fethi’nden sonra Hz. Peygamber Kâbe’nin içinde namaz kılmak istediyse de Kâbe anahtarını taşıyan Osman bin Talha anahtarı vermek istemez. Hz. Ali, Osman’ın kolundan tutar ve Kâbe’nin anahtarını elinden çekip alır. Ardından Kabe’nin Kapısı Resûlüllah’a açılır. Kâbe’nin içindeki putlar kırılır, namaz kılındıktan sonra dışarı çıkılır. Amcası Hz. Abbas anahtarın kendisine verilmesini talep eder. İşte tam bu sırada Nisa Suresi 58. âyeti iner. Hz. Peygamber anahtarı Hz. Ali’ye uzatır ve “Emaneti ehline (Osman bin Talha’ya) teslim et!” diye buyurur. Hz. Ali ilk önce biraz isteksiz davranır. Bunun üzerine anahtarı Hz. Ali’den alıp Osman Bin Talha’ya bizzat kendileri teslim eder; “Al, sizde kalsın. Onu sizden zalim olandan başka kimse alamaz.” buyurur. Osman da bu alicenaplık karşısında hemen orada kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur.

Ayetin hemen o an inmesi ve Hz. Peygamberin o ayetten böyle bir sonuç çıkarıp emaneti Osman’a teslim etmesi bir ahlak kuralının, bir yönetim mekanizmasının inşa sürecinin önemli bir parametresidir. Yani, öyle kendi kendine gelişen bir olay değildir. Hz. Peygamberin tutum ve davranışında tesadüfe tesadüf edilmez. Mutlaka bir hikmeti mebni olarak vuku bulmuştur. Kabe’nin anahtarı olayı da öyle…

Şimdi Nisa 58 ve Hz. Peygamberin sözkonusu ettiğimiz hadisinden sonra daha hangi emir ve tavsiyenin gelmesini bekleriz? Müslümana düşen bunun ışığında bir inşaa süreci başlatmak değil midir?

Ne yazık ki, bu anlayış kalıcı olarak bir sisteme dönüşmedi.

Yönetimin en temel uygulama ilkesi olan ehliyet, aşiret/kabile mensubiyetine yenik düştü.

Ne zaman başladı?

Şimdi milat olarak düşündüğüm tespitime itirazların olabileceğini bile bile yazıyorum. Çünkü daha önce bir vesileyle bu tespitimi paylaştığımda bazı itirazlar gelmişti. Yine “Hakkın hatırı âlidir hiçbir hatıra değiştirilemez” ilkesinden hareketle ifade ediyorum.

Nedir bu tespit?

İslam dünyasında ehliyetin aşiret/kabile mensubiyetine yenik düşmesi Hz. Osman’ın hilafetiyle başladı. Bu anlamda bir milattır. Hz. Osman, mensubu bulunduğu Ümeyye oğullarının ağırlıklı olarak yönetim mekanizmasında yer almalarına kapı araladı. Hz. Peygamberin Medine dışına sürgün ettiği Amcası Hakem’i ve çocuklarını Medine’ye getirtti ve çocuklarından Mervan’ı da devlet katipliğine getirdi. Yönetim örgütünün içinde o kadar elaman varken hiçbir tecrübesi olmayan ve muhtemelen babasının sürgününden dolayı da ön yargılara ve husumete sahip birini getirip bugünkü karşılığıyla “Yönetim Müsteşarlığına” getirmek ciddi bir hata veya zaaftı. Hz. Osman’ının kişiliğinin, karakterinin böyle bir yönetim işlevini yerine getirmekten uzak olduğu objektif tarih yorumcularının ortak görüşüdür.

Peki, sonra ne mi oldu? Mervan, uygulamalarıyla ve yer yer kasıtlı operasyonlarla yönetimi felce uğrattı. Her yerden şikayetler yükselmeye başladı. Ne yazık ki bu şikayetler bir karşılık bulmayınca İslam dünyasının ilk kanlı darbesi gerçekleşmiş oldu ve Hz. Osman bizatihi Müslümanlar tarafından şehit edildi. Evet, o gün Hz. Peygamberin haber verdiği kıyamet kopmuştu. Bu hadiste ifade edilen şudur: Eğer herhangi bir işte, uygulamada; yürütülecek bir kamu hizmetinde, ehliyet gözetilmezse oranın kıyameti kopar. Yani, işler çığırından çıkar; toparlayamazsınız.

Daha ne mi oldu? Dedim ya, bu olay İslam dünyası için bir milattır. Bir daha toparlanıp eski düzenlerine (Hz. Peygamberden tevarüs eden ahlak ve anlayışa) kavuşamadılar. İki yakalarını bir araya getiremediler.

Ne yazık ki, Ömer B. Abdülaziz gibi birkaç istisna dışında kimse oturup, “Biz nerede hata yaptık? Allah’ın hangi emir ve nehiylerinden, Hz. Peygamberin hangi ahlakından vaz geçtik de bunlar başımıza geldi?” diye muhasebe ve murakabe yapmadı. Allah, zaman zaman mutlak kaderin birer tecellisi olarak Ömer B. Abdülaziz yönetimi gibi bazı örneklemeleri nasip etti; “Acaba Müslümanlar akıllarını kullanıp tekrar özlerine dönüp yeryüzüne adalet iklimini hâkim kılarlar mı?” diye… Ne yazık ki, akıllarını kullanıp böyle bir inşa hareketini gerçekleştiremediler. Yine aşiretçilik/kabilecilik, cemaatçilik hâkim oldu ve koyu, kavurucu ve öğütücü bir saltanat sürecinin oluşmasına hizmet etti.

Bugün ne yazık ki, bu kadim problem yine tüm kahırlığıyla gündemimizi işgal ediyor. Yine kabilecilik, aşiretçilik, cemaatçilik vb. etkenler siyasetimizin mayasını bozmaya devam ediyor. “Bizden olsun çamurdan olsun” cahiliye anlayışı sürdürülüyor. Siyasetimiz bu temeller üzerinde inşa edildi. Ve ilk düğme yanlış iliklendiğinden, diğer düğmeler de buna paralel olarak yanlış iliklendi. Geleneğe dönüşen bu kültür bu ahval üzere sürdürülüyor.

Başımıza gelen onca felaketin en önemli sebeplerinden biri de bu değil mi? Hz. Peygamberin haber verdiği kıyametimiz kopmuyor mu? Keşke bu sorulara “hayır” diye cevap verebilseydim. Bugüne kadar aksine şahitlik etmiş değilim. Onun için de bir adım ileri gidemiyoruz.

Bildiğimiz kadarıyla hiçbir gurup, topluluk bu tasvir etmeye çalıştığım gelenek ve kültür bataklığından kendini kurtarmış değildir. Referansı Allah’ın Resulü olan ve kamu gücünü kullananlar, kamu yönetiminde adaleti, ehliyeti, istişareyi bir kenara bırakıp, eş, dost, akraba tercihinden vaz geçmiyorlarsa referansını değiştirmeleri gerekmez mi?

Bir hakikatin altını kalın bir çizgi ile çizerek yazımı sonlandırmış olayım;

Dini cemaatlerin/toplulukların, günlük politikanın dışında kalmaları, mesafeli durmaları hem kendileri ve hem de ülke için son derece hayırlı ve faydalıdır. Dolayısıyla siyasilerin de onlardan uzak durmaları hem siyaset kurumu ve hem de yönettikleri toplum için son derece önemlidir. Bu durum şunu getirecek; Siyasi aktörlerin o topluluklara karşı bir diyet borcu olmayacağı için siyaset kurumunu ve bürokrasiye şekillendirirken daha özgür bir seçim iradesine sahip olmuş olacak. Siyaset kurumunun da eli rahatlayacaktır. Bu zor değil ama yüksek bir irade ve direnci gerektiriyor. Siyaset kurumunun ve kamu yönetiminin başka türlü iflahı mümkün değildir.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak

This website uses cookies to improve your experience. Accept